Ali Babacan :Ekonomiyi Düzeltmenin Yolu Hukuk Devletinden Geçer
Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin birinci kuruluş yıl dönümünde Ankara’da yazılı basın kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle bir araya geldi. Teşkilatlanma sürecini, gazetecilere yapılan saldırıları, reform paketlerini, Merkez Bankası’nın döviz rezervi tartışmalarını ve dış politikayı değerlendiren Babacan, “Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuk devletten geçer” dedi.
Kuruluşunun birinci yılını kutlayan DEVA Partisi’nin Genel Başkanı Ali Babacan, Ankara’da gazetecilerle buluştu. İl ve ilçe yönetim kurullarında ağırlıklı olarak siyasete ilk defa giren insanlarla Türkiye’yi temsil eden bir yapı kurmak istediklerini belirten Babacan, 81 ilin tamamında il başkanlarını görevlendirdiklerini, 43 il ve 300’den fazla ilçede de kongrelerini tamamladıklarını söyledi.
Ülkenin mevcut sorunlarının büyüyeceğini ifade eden Babacan sorun alanlarını şöyle sıraladı:
“Gazetecilerin ve siyasetçilerin şiddete maruz kalması utanç kaynağı”
“Birinci yılı doldurduğumuzda ‘iyi ki partimizi kurmuşuz’ diyoruz. DEVA Partisi’ni kurmaya karar verdiğimiz 2019’un şubat ayından bu yana ülkemizin hiçbir sorunu düzelmedi. Vatandaşlarımız en büyük sorun alanı olarak işsizlik, hayat pahalılığı ve yoksulluğu söylüyor. Özgürlükler ve temel haklarla ilgili sorunlar büyüyor. İki yıl önce siyasal şiddet diye bir şeyi konuşmuyorduk. Gazetecilerimizin, düşünürlerimizin, siyasi partilerin üst düzey yöneticilerinin sırf yazdıkları ve söyledikleri sebebiyle fiziki şiddetle karşı karşıya kalması bu ülke için utanç kaynağı. Ekonomik sorunların sebebini teşhis ederken özgürlüklerle ilgili sorunların öncelikle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin hukuk devleti niteliğiyle ilgili de çok ciddi sıkıntılar var. Anayasa rahatlıkla çiğnenebiliyor. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmuyor. Bu tablo felaket.”
“Türkiye dış ilişkilerde yalnızlaştıkça terör örgütleri yüz buldu”
“Türkiye dış ilişkilerde yalnızlaşmanın bedelini çok ağır ödüyor. Ulusal çıkarlarımız büyük zarar görüyor. Yalnızlaştığımız için terörle mücadelede yeterince etkili olamıyoruz. Dışişleri Bakanlığım döneminde yakın coğrafyamızda terör örgütlerinin yalnızlaştırılmasının gerektiğini söylerdik. Şimdi Türkiye ülke olarak yalnızlaştı, terör örgütleri daha çok ülkeden yüz buldu.”
Dış politikada yapılan hataların ekonomik yansımaları olduğunu belirten Babacan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunun ekonomik sonuçlarını başta sınırdaki illerimiz olmak üzere Türkiye’nin tümünde yaşıyoruz. Sınır ötesi ticarette, genel itibarın bozulması nedeniyle yatırımların azalmasında yaşıyoruz. İmkânı olan kendi insanlarımız başka ülkelere yatırım yapıyor. Kendi ülkemizden elde ettikleri sermaye birikimlerini başka ülkelerde istihdam sağlamada kullanıyorlar.”
“İnsan hakları, ekonomi dibe vurunca, AB’yle ilişkiler sıkışınca hatırlanmamalı”
Babacan açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını da yanıtladı. Hükûmetin reform paketleri gündemiyle ilgili bir soruya şu yanıtı verdi:
“Kâğıt üzerine gayet güzel şeyler yazabilirsiniz ama uygulamaya bakmak lazım. Yürütme erkinin baskısıyla alınan yargı kararlarının olduğu bir ülkede, insan hakları uygulamasının normal seyretmesini beklemek çok zor. AİHM’de sözleşmeye taraf 40 ülkenin dosya sayısını topluyorsunuz, sadece Türkiye’nin dosyası o kadar. Anayasa Mahkemesi, esastan incelediği dosyalarda yüzde 95 oranında hak ihlali tespiti yaptı. Sayın Erdoğan’ın açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nın aslında Avrupa Birliği destekli bir proje olduğunu da görüyoruz. AB’nin martta Türkiye’yle ilgili tutumunu belirleyeceği önemli bir zirvesi var. Pek yapmazlardı ama ABD’deki yeni yönetimle koordine ederek Türkiye’ye ilişkin tutumlarını belirleyeceklerini söylediler. Keşke insan hakları, ekonomi dibe vurduktan veya AB’yle ilişkiler sıkıştığında hatırlanmasaydı. İnsan haklarını Avrupa Birliği için değil, kendi vatandaşlarımız için düzeltmeliyiz.”
‘Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuk devletinden geçer’
“Hükûmet, ekonomiyle ilgili sorunların çözümünün hukuktan başladığını anlamakta güçlük çekiyor. Bakanı ve Merkez Bankası’nın başkanını değiştirip, ekonomiyle ilgili üç beş karar alınca ekonominin düzeleceğini zannediyor. Olmaz, hiç boşuna uğraşmasınlar. Uzun vadeli yatırımdan bahsediyorsak, yatırımcıların hukuki güvenliğe verdikleri değer çok yüksek. Merkez Bankası’nın faizini yükselt, gecelik ve haftalık sıcak para gelsin, o parayla da kuru kontrol altında tutmaya çalış… Böyle çözülmez.
“Sorunların yarısı bir saatlik açıklamayla çözülecek kadar kolay”
Ekonomide dürüst ve işin ehli bir kadronun, iç tutarlılığı olan bir ekonomik programın, bağımsız kuruluşların ve kural bazlı ekonomi yönetimi anlayışının şart olduğunu savunan Babacan şöyle konuştu:
“O kadar uzun uzun reformlara, planlara falan gerek yok. 1 saatlik bir basın toplantısında ‘Anayasa Mahkemesi kararlarına saygılı olacağız, uymayan mahkemelere karşı HSK’yı göreve davet ediyoruz’ desinler; ‘Bizden yargıya artık telefon, pusula gitmeyecek’ desinler; ‘Basın hürdür, şiddeti teşvik etmedikçe artık karışmayacağız’ desinler; ‘TRT ve Anadolu Ajansı’na dönüp artık tek bir partinin propaganda aracı olmayı bırakıp, objektif habercilik yapacaksınız’ desinler. Samimi bir açıklamayla sorunların en az yarısı çözülür.”
“S-400 meselesi NATO’yla değil, ABD-Türkiye ilişkileriyle ilgili”
Babacan, “Hükûmetin S-400 seçeneğini değerlendirmesini ve NATO’ya direnmesini nasıl yorumluyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“NATO; S-400 meselesine taraf değil, ruhuna aykırı. Bu konu NATO’da her ülkenin kendi egemenlik alanı ve ulusal karar alanı olarak değerlendiriliyor. S-400 meselesi ABD-Türkiye arasındaki ikili ilişkiler açısından bir sorun alanı. NATO Genel Sekreteri’nin sadece gönüllü, gayri resmi bir arabuluculuk fonksiyonu var.
“ABD’nin Türkiye’ye Patriot satmaması yakışıksız bir hata”
“Türkiye, Suriye’den kaynaklanan güvenlik riskleri ortaya çıktığında NATO’dan füze sistemi talebinde bulundu. NATO kuruluş sözleşmesinin 5. maddesi, günlük tabirle ‘hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ maddesi, gereğince üç ayrı batarya grubu kuruldu. Suriye rejiminden kaynaklı riskler ortadan kalktığında o bataryalar söküldü. Tam o dönemde Türkiye Patriot sistemlerini satın almayı talep etti. Parasıyla ve haklı olarak teknoloji transferiyle birlikte bunu istedi. ABD’nin o dönemde buna soğuk bakması ve bu sistemleri Türkiye’ye satmaması büyük bir hata. İttifakın ruhuna yakışmayan, güveni zedeleyen bir durum.
“S-400’ler Türkiye’nin egemenlik konusudur ama hükümet hesapsız davrandı”
“S-400 konusu, Türkiye’nin kendi egemenlik alanında bir konudur. Hiçbir ülke Türkiye’ye şunu yap diyemez. Ama hükûmet aldığı kararın sonuçlarını hesap etmeli. Burada bir hesapsızlık var. İki buçuk milyar dolar para ödendikten sonra bu sistemlerin kullanılamaması, kapağını hafif araladığınızda ciddi yaptırımlarla karşılaşılması tam bir hesapsızlık. Madem böyle bir adım atıyorsunuz, diplomasinizi iyi çalıştırın.
“S-400 meselesinin kökünde ABD’nin Rusya’yla ilgili yaptırımları var”
“Bu işin kökü ABD’nin Rusya’yla ilgili yaptırımları. ABD’nin kendi iç yasal düzenlemelerinin sonucunda Türkiye bu sorunla karşı karşıya kaldı. Yunanistan S-300’ü konuşlandırırken böyle bir düzenleme yoktu. Konu son derece karmaşık. Derler ya, bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz. Kuyuya taş atıldı, kırk akıllı çıkarmaya uğraşıyor.
“Hem 2,5 milyar doları hem F-35’leri kaybetmek bilgisizliktir”
“Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması büyük bir kayıp. Keşke alternatifi olsa da hemen başlansa. F-16 sistemlerimiz yıpranıyor. Hem teknolojide bir nesil geride kaldı, hem de uzun süre kullanıma bağlı bir yıpranma var. F-16’ları yerine yeni tedarik gereği var. Bu mesele tam bir kaybet-kaybet meselesi oldu. 2,5 milyar dolar parayı kaybettik, F-35 için harcadığımız kaynakları kaybettik, F-35 projesinden atıldık, para verdiğimiz S-400’lerin de kapağını açıp kullanamıyoruz. Bu nasıl bilgisizliktir, nasıl bilinçsiz bir dış politikadır, anlamak güç.
“Çin’le örtülü sıkıntıların bir nedeni de hükûmetin füze sistemlerinde ne istediğini bilmemesiydi”
“Çin’le ilişkilerde örtülü sıkıntılar var. Bunlardan bir tanesi de füze sistemlerinin satın alımında Türkiye’nin oluşturduğu güvensizliktir. Çin’le görüşüldü bir süre. Sonra anlaşıldı ki zaten Türkiye’nin istediği başka, o sistemlerin teknik özelliği başka. Koskoca bir ülkenin savunma sistemiyle ilgili bu kadar önemli bir konuyu, bu kadar basit ve düz bir hatayla sürdürülmesi, tabiri caizse sonradan uyanılması ülke adına çok yazık. Çin-Türkiye ilişkileri de bundan zarar görür. O zaman karşı tarafı bunca süre niye oyaladınız? Bilmiyordum diyerek kurtulamazsınız. Bilmiyorsanız, bilenlerle konuşarak yapın.”
“Vatandaşın borcu faiz eklenerek katlandı”
Salgın döneminde hem hane halklarının, hem de reel sektörün borç yükünün artmasına karşı yeniden sermayelendirmenin kaçınılmaz olduğunu söyleyen Babacan şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye, salgın döneminde G-20 ülkeleri içinde vatandaşına en az destek veren ülkelerden birisi oldu. Verilen destek ağırlıklı olarak kredi ve kredinin yeniden yapılandırılmasıydı. Bunlar da üstüne faiz eklenerek yapıldı. Problemler aslında büyüyerek ertelendi. Vatandaşlarımızın iki sene önceki borcu, üzerine faiz eklenerek katlandı. Pandemi bitse dahi sistemde bir tortu kalacak. Bu tortuların en büyüğü de şirket borçları, hane halkı borcu ve bankaların sermaye ihtiyacı olacak. Yeniden sermayelendirme ihtiyacının ortaya çıkması kaçınılmaz. Bankaların tahsil edemeyecekleri alacaklarına karşılık yeniden sermayelendirmesi; finansman olduğunda yaşayabilecek durumda olan şirketlerin yeniden sermayelendirilmesi… Bu da milli gelirin kabaca yüzde 10’uyla çözülür.”
Bu aşamada şirket ve bankaların devleti istismar etmemeleri gerektiğinin altını çizen Babacan sözlerine şöyle devam etti:
“Yeniden sermayelendirme şeffaf, adil ve ahlaki rizikoya yol açmadan yapılmalı. Yani şirketler ya da bankalar ‘batırılamayacak kadar büyüğüz’ psikolojisine girerse, bunlara ölçüsüz ve çok sık devlet desteği verilirse, bu sefer istismar başlar. Buna ahlaki riziko denilir. Buna yol açmayacak metotlar uygulanmalı. Sermayelendirmeyi şeffaf ve adil yaparsanız, likidite operasyonunu Merkez Bankası’yla bir gecede çözersiniz.
“Türkiye’nin IMF’ye ihtiyacı yok”
Partisinin IMF politikası üzerine gelen bir soruyu, “Türkiye’nin IMF’ye ihtiyacı yok. Kendi iş insanlarımızın ve bu milletin kaynaklarını, doğrudan sermaye girişini, genç nüfusu ve dünyadaki kaynak bolluğunu birleştirdiğimizde iş çözülür” diye yanıtlayan Babacan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dünyadaki ekonomik zorlukların altından IMF kalkamaz. Bu büyük kaynaklar ancak ABD, Avrupa, Japonya Merkez Bankası gibi büyük merkez bankalarında var. Yüksek miktarda para basıp dünya piyasalarına zaten sürdüler. Dünyada çok büyük kaynak var, Avrupa’da eksi faizler var. IMF’nin üzerine düşen fazla bir iş yok. Kendine çekidüzen veren, aklı başında adımlar atan ülkelere kaynak zaten geliyor. IMF, işler tersine dönüp de büyük merkez bankaları piyasadan para çekmeye başladığında, faizler dolar ve avro bazında yüzde 3-4-5 olduğunda önemli oluyor.”
“Erdoğan, cüzdanındaki paradan bahsediyor ama kredi kartı borcundan bahsetmiyor”
Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini 135 milyar dolara kendilerinin çıkarttığını belirten Babacan, “Kimse kusura bakmasın biz biriktirdik, bunlara kalsa ne hale gelecekti” dedi. Babacan, Erdoğan’ın döviz rezervi açıklamalarını şu sözlerle eleştirdi:
“Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verip Merkez Bankası’nın 130 milyar dolar rezervini çarçur etti. Sayın Erdoğan, Merkez Bankası’nın şu anda 95 milyar dolar brüt rezerv rakamını söylüyor fakat 139 milyar dolarlık borcundan bahsetmiyor. Bu şuna benziyor: Cüzdanındaki paradan bahsediyor ama kredi kartı borcundan bahsetmiyor. Merkez Bankasının, bankalara borcu var. Bir de swaplar yoluyla piyasadan aldığı 58 milyar dolarlık borç var.”
Babacan, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin yanı sıra, yedek akçelerin de iki yıl üst üste bir günde harcanmasına “içimiz cız ediyor” sözleriyle tepki gösterdi: “Sadece rezerv değil, yedek akçe hesabı da vardı. Merkez Bankası’nın kârının her yıl belli bir yüzdesi yedek akçe hesabına konur, kötü günler için biriktirilir. 2019’un ocak ayına bir günde harcadılar. 2019 yılında biriken yedek akçeleri de 2020’nin ocak ayında alıp bir günde harcadılar. İçimiz cız ediyor.”
“Döviz rezervleri er geç idari denetime ve yargı denetimine uğrar, ortada kalmaz”
Babacan, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin eksiye düşürülmesiyle ilgili “Bunun hukuki yaptırımları nedir?” sorusunu şöyle yanıtladı:
“Hukuki açıdan inceleme devletin yetkili organlarının yapacağı bir iştir. Zamanı geldiğinde bunların hepsi hem idari hem de yargı denetimine tabi tutulur. Er geç olur. Bu kadar büyük bir rakam ortada kalmaz. Ama toplumsal ve siyasi açıdan bakınca, Merkez Bankası’nın döviz rezervleri kuru kontrol etmek için bazen ölçülü bir şekilde kullanılabilir. Siz yanlış para politikasıyla iki yıl boyunca 130 milyar doları eritiyorsanız, bunun bir siyasi hesabının verilmesi lazım.”
“Erdoğan işi tadında bırakmalı, halkla inatlaşmamalı”
Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kez daha aday olduğu takdirde YSK’nın alacağı olası karar ilgili bir soru üzerine “YSK’nın yasalara ya da Anayasaya rağmen verdiği kararlar bile sorgulanamıyor. Alınan kararların toplumsal ve siyasi meşruiyeti çok önemli. Toplumda demokrasinin özüne dokunacak şekilde bir müdahale kanaati olursa, bu ülkenin demokrasisi ve toplumsal huzuru açısından iyi olmaz.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın 2017 yılındaki anayasa referandumundan sonra seçilmesini cumhurbaşkanlığının birinci dönemi olarak yorumlayan hukukçular olduğunu da belirten Babacan şöyle konuştu:
“Bunlar sistemi gerer. Çok ileri düzeyde gelişmeler olursa ülkemize yazık olur. Siyasi liderlerin toplumda belli bir kanaat, belli bir eğilim oluştuktan sonra işi tadında bırakmayı öğrenmelerinde yarar var. Nihai kararı halk verecek. Halkın genel eğilimine karşı ısrar ve inat olmaz.”
“Tek yol iktidar değişikliğidir”
Babacan, kendisine Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir davet gelirse ne yanıt vereceğini ise şu sözlerle açıkladı:
“Dün bir taksi durağında çay içerken bir teyze geldi. ‘Ali Babacan burada mıymış?’ dedi. Sonra da bana dönüp ‘Bir gün seni çağırabilir, sakın ha’ dedi ve çıktı gitti. Durum bu. Sorunların temelinde sistem ve zihniyet yatıyor. Zayıf bir ihtimal, ama vatandaşın parlamenter sisteme desteğini görüp ‘gelin parlamenter sistemi konuşalım’ bile diyebilirler. Sistem mutlaka değişmeli, ama ülkeyi yöneten zihniyet de değişmeli. Bunun yolu da ancak topyekûn iktidar değişikliğidir.”