DOLAR 32,4990 -0.14%
EURO 34,9571 0.32%
ALTIN 2.430,850,33
BITCOIN 2078244-3.76662%
Trabzon
20°

PARÇALI AZ BULUTLU

13:07

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

Adnan Sungur

Adnan Sungur

03 Temmuz 2022 Pazar

HALKIN HİÇBİR SORUNUNDA UZLAŞAMAYAN, SIRA KENDİ ÇIKARLARINA GELDİĞİNDE KARDEŞLEŞEN VEKİLLER!…

0

BEĞENDİM

ABONE OL
Ahhh millet, ahhh!..
Vekillerinizi seçerken, size dayatılan sisteme boyun eğmek zorunda kalırsanız, onlar da sadece genel merkezlerine karşı sorumluluk hissederler ve sizi değil, sadece kendi çıkarlarını düşünürler…
Buna son kanıt, Türkiye’nin ve toplumun hiçbir temel sorununda uzlaşamayan, halkın refahı için göstermelik savaş verenler, sıra kendi çıkarlarına geldiğinde nasıl da avuçlarını ovuştura ovuştura ellerinin ikisini birden havaya kaldırdıklarını maaş zamları sırasında yaşandı.
Evet, kaderlerini genel başkanlarının iki dudağı arasına sıkıştırmış vekillerin maaşları geçen yıl 22 bin liraydı, sonraki iki zamla 40 bin liraya çıkarıldı, şimdi de 56 bin lirayı aşarken, tüm parti milletvekilleri, tam kadro, hep birlikte, “evet” diyerek ellerini havaya kaldırdılar.
Tabii ki yoksulluk sınırının 20 bin lirayı geçtiği günümüzde milletvekilinin 56 bin lira maaş alması yadırganmamalı ama bu ancak asgari ücretin 20 bin lira olduğu koşullarda geçerli olmalı…
Her birinin milletvekilliği dışında, önemli gelir kaynakları olan bunlar asla yoksullukla boğuşan halkın temsilcisi olamazlar….
Olsalar olsalar, genel başkanlarının emir eri, burjuvazi ve rantiyenin temsilcileri ve kendi çıkarlarının bekçisi olurlar…
Madem kendi maaşınıza yapılacak zamlara koşa koşa “evet” diyecektiniz, Recep Tayyıp Erdoğan’ın yüzde 40 maaş zammına neden üst perdeden itiraz ettiniz, halkı da galeyana getirdiniz ki!
Bu iki yüzlülük değil mi?
Adam, ülkeyi rezil de yönetse, kendi babasının malı da görse, temsil ettiği zengin ve küçük bir zümrenin çıkarları için halkını açlığa mahkum da etse de, sonuçta Cumhurbaşkanı ve parti lideri kimliğiyle tüm sorumluluğu üzerinde taşıyor. Sizin gibi emme basma tulumba gibi kafa sallayıp, el kaldırıp indirme işlevi de görmüyor. Sizin 56 bin lira maaş aldığınız yerde, onun 256 bin lira alması bile az sayılmalı değil mi?
Hepinize yazıklar olsun!
Saygılar…
Devamını Oku

SAYIN İMAMOĞLU’NA YOL YAKINKEN KÜÇÜK BİR UYARI YA DA DOST TAVSİYESİ!

0

BEĞENDİM

ABONE OL
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamığlu’nun son Karadeniz gezisinde yaşananlarla ilgili olarak herkes bir şeyler yazdı, çizdi. Kimi ağır eleştirdi, kimi hayal kırıklığını dile getirdi, kimi, sahip çıktı, kimi yol göstermeye çalıştı. Ben de kendi bakış açımla birlikte uzun yıllar önce tanıdığım Sayın İmamoğlu’na buradan bir mektup yazmayı uygun gördüm… Umarım, bunu Ekrem İmamoğlu’na gönül verenler, onun yakın çevresi ve nihayetinde kendisine ulaşırsa, o da dikkatle okur ve bir sonuç çıkarır. Biraz uzun yazı ama derdimi ancak bu şekilde anlatabildim, okuyacaklardan şimdiden özür dilerim…
Sayın Ekrem İmamoğlu,
Sizi ilk tanıdığımda henüz 30 yaşlarındaydınız… Özkan Sümer başkanlığındaki ikinci dönem yönetiminde yer almıştınız. Makul bir kişilik, yönetici sorumluluğunu yerine getirme çabasında bir görüntü veriyordunuz… İkili ilişkimiz de iyiydi. Benimle de ilişkilerinizde saygı ve sevgi ama yine de gazeteci-yönetici sorumluluğu çerçevesindeydi. Trabzon’daki gazeteciler arasında bana karşı da farklı bir saygınız bulunuyordu. Hatırlarsanız, Sümer’in istifasından sonra, Zorlu Otel’de gazetecilerle bir toplantı yapmak istemiştiniz. Türkiye Gazetesi’nin Trabzonspor yazarı ve muhabiri Mehmet Tahir Kum’u aracıyla, benim de toplantıda mutlaka olmamı istemiştiniz. Sonraki süreçte Trabzonspor yöneticilik kariyerin bitmiş, CHP’nin Beylikdüzü İlçe başkanı seçilmiştiniz. Ardından Beylükdüzü Belediye başkanı oldunuz. Çalışkan, hırslı, mücadeleci, halkla iç içe bir kimlik sergiliyordunuz… Bunun da meyvelerini toplamaya başlamıştınız.
Nihayetinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı yapıldınız Millet İttifakı tarafından…Pek tanınmıyordunuz ama aday yapıldığınızda facebookta sizin kişiliğinizi tanıdığım kadarıyla anlatmaya çalışmış ve destek verme adına elimden geleni de yapmıştım. AKP’lilerin Cumhurbaşkanı Recep Tayyıp Erdoğan başta olmak üzere, tüm devlet erkanı, İstanbul’u kazanma savaşını veriyordu. Seni sevenlerle birlikte bu devasa güce karşı kazandınız.. Ama iktidar ve yanaşması pati bunu bir türlü içine sindiremedi… Yüksek Seçim Kurulu’ndaki tetikçileri aracılığıyla seçimi yenileme kararı verdiler. Ama, “Ben hak yemem ama hakkımı da yedirmem” diyerek ceketinizi çıkardınız, gömleğinin kollarını sıvadınız ve “yenilmez” kabul edilen Erdoğan’a karşı gerçek bir savaşa giriştiniz..
Ve İstanbul seçimlerini tarihi bir farkla kazandınız. Tabir yerindeyse onu da, onun temsil ettiği tüm güçleri de sandığa gömdünüz…. AKP iktidarından ve İstanbul’daki büyük soygunlardan bıkmış olan halk kitleleri, sizin etrafında toplandı… Adeta bir Pop star muamelesi görmeye başladınız. O seçimden sonra Trabzon’a gelmiştiniz ve bayramlaşma vardı. Hiçbir hazırlık yapılmamasına, bindirilmiş kıtalar olmamasına rağmen, neredeyse tüm Trabzon, köyleriyle birlikte Atatürk Alanına akın etmişti. Tarih, Trabzon’da böyle bir kalabalığı görmemişti. Sonra, Akçaabat’tan başlayarak, Giresun’a ve Ordu’ya kadar gittiniz… Her yerleşim biriminde binlerce insan yolunuzu kesti, elinizi tutmak, boynunuza sarılmak için birbirleriyle yarıştı. Sevgi seliyle kucakladı, bağrına bastı…
Siz, bu ülke insanı için, AKP’nin ceberrut iktidarına karşı bir başkaldırı ve zafer simgesiydiniz artık.… Ülkenin ezilen halkları ve iktidarın gerici uygulamalarından bıkmış, isyan noktasına gelmiş her bireyi için umuttunuz. Gelecekte bu ülkeyi düzlüğe çıkaracak en önemli lider olarak kabul görüyordunuz. Neredeyse Mustafa Kemal Atatürk’le simgeleştiriliyordunuz.. Ülkenin neresine giderseniz gidin,, her yerde, aynı sevgi, coşku ve heyecanla karşılandınız, kucaklandın, sevgi seline mazhar oldunuz.
Belediye başkanlığı koltuğuna oturduktan sonra da, sizinle en acımasız şekilde uğraşmaya devam etti iktidar…. Tüm enstrümanlarıyla üzerinize geldiler, çalıştırmamak için ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Bu noktada, iktidarın ceberrut yaklaşımına isyan eden herkes yine sizinle beraber yürümeye devam etti, ediyor da…
Ama son zamanlarda, özellikle çevrenize aldığın kişilerle birlikte, bir kibir sarmalının içinde debelenmeye doğru gittiğiniz hissini uyandırmaya başladınız. Birçok insanın kafasında soru işaretleri oluşmaya başladı. Bu sorular, iktidar medyası ya da temsil ettikleri siyasi aktörlerin kışkırtmalarından değil, sanki değişir gibi gözüken tavrınızdan kaynaklıydı. Bunun aslında size ne kadar zarar vermeye başladığını son Karadeniz gezinde gözlemledik. Evet, bir seçim arifesinde değildik. Ya da, bir zafer coşkusunun yarattığı atmosfer aramak doğru olmasa gerekti… Ama yine de özellikle Trabzon bayramlaşma mitingine baktığımda, eski coşkudan, heyecandan eser görmedim. Sanki insanlar, “Ekrem İmamoğlu, gizli ajandasıyla birlikte hareket ediyor. Asıl amacına ulaşmak için gerçek yüzünü gizlemeye çalışıyor” diye düşünmeye başladı. Yani daha önceki şeffaf Ekrem İmamıoğlu’nu karşılarında bulamadıklarını düşünmeye başladılar gibime geldi. .
Bunun özellikle sol, sosyal demokrat seçmene hitap eden liderler için ne kadar kötü bir durum olduğunu bilmem algılayabilir misiniz_ Yani size umut olarak bakan, oy vermeyi düşünen seçmen kitlesiyle, AKP ve Recep Tayyıp Erdoğan’a oy veren seçmen kitlesini sakın birbirine karıştırma olur mu? Unutmayın ki, bizim cenahta körü körüne birine, ya da partiye bağlı olanlar dışındakiler, şeytanı beylik nutuklarda değil, ayrıntıda arar…
Sol bir İSKİ skandalıyla, sosyal demokrat belediyeleri ve partileri yıllarca affetmedi ama AKP seçmeni ülkenin belki de 4-5 trilyon dolarlık kaynağını iç edenlere hala daha destek veriyor ve bu noktada en küçük bir vicdanı rahatsızlık duymuyor.
Tüm bunları neden yazdım?
Asıl meseleye geleyim.
Karadeniz Gezinize başta Nagehan Alçı olmak üzere, Ertuğrul Özkök ve Akif Beki’yi de katmandan dolayı epey eleştiri aldınız… Bunlara yanıt verdiniz, neden bu tür gazetecileri de gezilerine çağırdığınızı anlattınız. Mutlaka herkes, bir eylem yaptığında ve bu eleştiri konusu olduğunda, mutlaka söze bir“ama…” diye başlamaya dikkat eder. Fakat, “Ama” ile başlayan savunmaların pek kabul gördüğünü söyleyemeyiz. Yine de sizin, “ama”nızı kabul edelim… Fakat sizi eleştirenlere, “Vız gelir, tırıs gider” gibi üst perdeden tepki koymanız, bundan dolayı özür dileseniz de aslında bilinç altınızın dışa vurumunu yansıtıyordur bana göre… Belediyenin, paralı sözcüsü Murat Ongun’un, “Bu eleştiriler hiç umurumuzda değil. Nafehan Alçı, o bölgede çok seviliyor” şeklinde özetlenebilecek ifadeleri de çevrenizde önemli görevler verdiğiniz insanlardan en azından birinin ne kadar sığ düşünce yapısına sahip olduğunun kanıtı sayılmalıdır. …
Sayın İmamoğlu, öncelikle şunu ifade edeyim ki, eğer Türkiye’de halkın çıkarlarına dönük bir iktidarın kurulmasında başrol oyuncularından biri olacaksanız, operasyon gazetecisi Nagehan Alçı gibilerin, sizi, ya da temsil ettiğiniz değerleri anlamasına ya da anlatmasına hiç gerek yok inanın. Ertuğrul Özkök gibi, tatlı su demokratlarının, patron temsilcisi olarak binlerce gazeteciyi sokağa atmaktan imtina etmeyen, tüm meslektaşlarının yoksullaşması ve patronunun daha da zenginleşmesi uğruna kendini paralayan bir kimliğin de övgülerine mazhar olmanızın da bir anlamı yok. Hatta bu türlerin sizi övmesi halinde, bizim gibilerin kafasında soru işareti yaratmaktan başka bir şey yapmamış olursunuz… Yaptığınız açıklamada Recep Tayyıp Erdoğan’ın medyadaki tetikçisi Abdulkadir Selvi’yi bile gezilerinize davet edeceğinizi söylüyorsunuz.
Sayın İmamoğlu, Atatürk, Kurtuluş Savaşını verirken, Ali Kemal ve onun temsil ettiği İngiliz emperyalizminin ve işgal kuvvetlerinin en önemli tetikçilerine kendini ve mücadelesini anlatma ihtiyacı hissetti mi? Unutmayın ki çokça sözlerini paylaştığınız Özkan Sümer, Trabzonspor’u anlatırken, “Trabzonspor, güçlülerle sevişerek değil, savaşarak büyük olmuştur” sözü tarihe mal olmuştur. Yine devrimci şair ceketli çocuk Kazım Koyuncu, “Trabzonspor, bizim gözümüzde güçlülere karşı savaşan bir masal kahramanı gibiydi. Öyle ki, statükoyu bile devirmişti” sözleri de kulağınıza küpe olmalı diye düşünüyorum.
Size hatırlatmak isterim ki, mücadelenizi, yolunuzu, hedefinizi anlamaları ve anlatmaları için gezilerinize davet ettiğiniz gazetecilerin bir kesimi, bu ülkede, insanlar ki, çok sayıda da meslektaşları vardı, hücrelere tıkıldığında cellatları, alkış yağmuruna tutuyorlardı. Binlerce insan haksız yere hapislere atıldığında, işlerinden edildiklerinde, açlığa mahkum hale getirildiklerinde, bunu yapan kan emicileri çılgınca destekliyorlardı. Onlar ve onların temsil ettiği gazeteci artıkları, iktidara ve onun güç odaklarına destek verip, saray yavrusu köşklerde günlerini gün ederken, açlığa, ölüme mahkum edilenlerin adeta kanlarını içercesine kadehlerini tokuşturuyorlardı.
Bu ve bu gibilerin seni ve mücadeleni anlamaları için çaba harcamaya girişirseniz, bu kez bizim gibiler sizi hiç anlamazdan geliriz. Bu türlerin beğenisine ihtiyacınız varsa, bilin ki, halkın beğenisini adım adım kaybedeceksiniz… Çünkü bu kesimlerin umurunda hiçbir şekilde halk olmadı, olmayacak da…. Şunu sakın unutmayın ki, onlar, iktidarın değişme olasılığına karşı, yeni bir konumlama ihtiyacı hissedenlerin en önde gelenlerindendir…
Ha, eğer derseniz ki, “Ben iktidara gelene kadar onları kullanacağım” tecrübelerimle bilirim ki, kullanan, kullanılır da…Hayır, Recep Tayyıp Erdoğan’ın iktidara gelirken, herkese mavi boncuk dağıtan politikasını izleyerek amaca ulaşmayı hedefliyorsanız, şunu bil ki, bir şeyin aslı varken, kopyasının pek değeri olmaz…Bu durumu Erdoğan’ın hitap ettiği kitle kabul edebilir ama sol ve sosyal demokratlar, hiçbir şekilde affetmez…
Son söz;
Bana göre izlemeniz gereken yol, gazeteciliği sadece kendi çıkarları, ya da ideolojilerine hizmet aracı gören, operasyon tetikçileri olarak kullanılan, iktidar kokusunu alanların da desteğiyle, ya da koltuk değneği işlevi görmesiyle bilinenlerin birkaç övgü dolu yazısı ya da sözüne itibar etmeden, tümüyle halkın yanında, halkla beraber yöneterek, bu ülkenin yoksul insanının sorunlarına çare olma yolunda adımlar atmanızdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün 100 yıl önce güvendiği güçlerden destek almaya çalışın, Özkan Sümer’in sözünü dikkate alın, Kazım Koyuncu’nun masal kahramanı olarak nitelendirdiği statükoyu deviren Trabzonspor gibi olun…
Bizim gibi düşünenlerin sizden beklediği budur.
Bilmem anlatabildim mi?
Saygılarımla….
Devamını Oku

SPOR KULÜPLERİ YASASI, DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ VE CİYAK CİYAK BAĞRANLAR!

SPOR KULÜPLERİ YASASI, DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ VE CİYAK CİYAK BAĞRANLAR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Aslında yaşadığım birçok nedenden dolayı futboldan da, Trabzonspor’dan da soğudum. Bu nedenle de Trabzonspor ile ilgili bir yıla yakındır hiç yazmıyorum, futbol konulu yazılarım ise belki altı ayda bir oluyor. Bu yazım da bunlardan biri olacak.
Bir gerçeğin de altını çizeyim. Bilmeyenler vardır belki… Biir yılı aşkın bir süredir taraftarlığımı askıya almıştım, bu tutumumda hiçbir değişiklik yok. Bordo-Mavili takım, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olsa dahi verdiğim kararın sonuna kadar arkasında duracağım. Taa ki, Trabzonspor’u yönetenler, kulübün tarihsel misyonuna göre hareket edip, üretimle gelen başarılarla yeni bir vizyon çizene kadar… Birileri gibi rüzgar gülü olmayacağım, maliyetine ve yarattığı tahribata bakmadan anlık başarıların peşinde koşanlar gibi davranmayacağım. Bunu zaten inandığım felsefeye ihanet sayarım…
Neyse gelelim asıl konumuza…
Uzun yıllardır tozlu raflarda bekletilen Spor Kulüpleri Yasası, meclis gündemine gelince, başta kulüp başkanları olmak üzere, yöneticileri ve muhalif siyasetçiler ayağa kalktılar. “Olamaz böyle bir şey” derken, spor kulüplerini yönetenler, “Bu yasa ile birlikte kulüp yönetecek isim bulamazsınız” diye feryat ettiler. Muhalif siyasetçiler de, “AKP, spor kulüplerini tamamen kendilerine bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Siyaset futbolu elini çek” şeklinde özetlenecek bir tutum izlediler.
Önce sözüm muhalefete…
Bu ülkeyi 20 yıldır yöneten iktidarın, tüm federasyon ve spor kulüplerini ablukaya aldığını, arka bahçelerinden ön bahçeleri haline getirdiğinin şimdi mi farkına vardınız? Federasyonların başkan ve yöneticileriyle, kurullarının tüm üyelerini belirleyip, kulüplere her türlü ekonomik kıyağı çeken, bankalardan kredi üzerine kredi kullandıran, bu noktada düzenleme üzerine düzenleme yaptıran siyasi iktidarın bu çabalarını kullandığının farkında değil miydiniz? Kış uykusuna mı yatmıştınız? Bugün dünyada belki de insanların sosyal ve kültürel hayatının içinde de en derin şekliyle bulunan, milyarları peşinden sürükleyen başta futbol olmak üzere, sporla ilgili sizlerin bir politikanız yok muydu? Bu noktada uzman kişiler aracılığıyla spor kulüplerinin, bizzat iktidar uygulamaları tarafından politikalarla birlikte kulüplerin büyük bir ekonomik darboğaza sürüklendiğini ve nihayetinde bunları ele geçirerek ön bahçeleri gibi kullanacakları konusunda bir kamuoyu oluşturmak için neden çaba harcamadınız? Ayrıca, özellikle spor kulüplerini yönetenleri, iktidarın oyununa gelerek, kendi bindikleri dalı kestiklerini, yönettikleri kurumlara ihanet ettiklerini niçin yüzlerine haykırmadınız. Ülkeyi yönettiğiniz takdirde bu değirmenin suyunu keseceğinizi, kulüpleri, kişilerin ve siyasetin boyunduruğundan kurtaracağınızı neden anlatmadınız? Spor kulüplerini mafyatik ya da müteahhit veya iş insanı kılıklı, cahillerin elinden kurtarıp, bilge gerçek spor adamlarının yönetimine vereceğinizi neden ilan etmediniz?
İktidarla el ele kulüpleri batak noktasına taşıyan kulüp başkan ve yöneticilerine söyleyecek tek bir sözünüz yok mu? Sırf kendi çıkarları için milyonlarca taraftarı olan kulüpleri mahalle bakkalından bile kötü yöneten, işportacı mantıklı yöneticileri karşınıza almaktan mı korktunuz?Sahi, toplumun en çok ilgi duyduğu başta futbol olmak üzere spor kulüpleri ya da federasyonlarıyla ilgili hazırlanmış ve topluma sunulmuş, yarın iktidara geldiğinizde uygulamaya sokacağınız bir raporunuz var mı?
Valla Atı alan Üsküdar’ı geçti ve düğün de bitti. Kınayı müsait yerinize yakabilirsiniz!
Bir sözüm de kulüp başkanlarına ve yönetenlerine…
Sahi siz kimsiniz de, “Bu yasa çıkarsa kulüpleri yönetecek isim bulamazsınız” diyorsunuz. Haklı olduğunuz tek nokta şu; Yönettiğiniz kulüpleri iflasa sürükleyecek, menajerlerle ortak çalışacak, devasa bütçeleri kontrol etmeyi beceremeyecek ve başta yabancı oyuncular, teknik adamlar olmak üzere ödedikleri milyarlarca lirayla, paraları çöpe atacak, belki de dolaylı yollardan kendi ceplerine aktaracak sahtekarlık yapacak başkan ve yönetici bulunmayabilir. Ama kulüplerini gerçekten seven, ona karşılıksız hizmeti bir görev kabul eden binlerce yönetici ve başkan adayı bulunur.
Sonra söyler misiniz, bu denk bütçe sizi neden bu kadar ürkütüyor ki? Bu yasanın çıkmasına gerek var mı denk bütçe için! Sırf sizin beceriksizliğiniz, yanlış yol tutuşunuz, cehaletiniz nedeniyle, transfer ettiğiniz yüzlerce futbolcuya yaptığınız çöp transferlerin bir bölümünden vazgeçtiğinizde zaten kulüplerin gelirleri kendilerini abat eder merak etmeyin… Ha, sizin gibi spor kara cahilleri, sayısız transfer yapacak, her ay bir teknik direktör kovacak, 10 liralık oyuncuya, 50 lira ödeyecek ve sonra da kulüpleri iflasa sürükleyip, durmadan siyasetten merhamet dilenecek nitelikte başkanlık ve yöneticilik dönemi sonsuza kadar devam etsin istiyorsunuz.
Sanırım pek çaktırmıyorsunuz ama sanırım transferde menajer payının yüzde 5’e düşürülmesi de sizi çok rahatsız etmiş gibi gözüküyor fakat bunu dillendirdiğinizde asıl yüzünüz ortaya çıkacak diye korkuyorsunuz.
Yanılıyorsam söyleyin!
Siz karşılıksız olarak hizmet etme, haklarını sonuna kadar koruma sözü vererek görev altığınız kulüplerin gelirlerinden daha yüksek para harcayıp, sonra banka kredileri için iktidara yalvar yakar olurken, bunun sonunun nereye varabileceğini hiç hesap etmediniz mi?
Kanaryaseverler Derneği’nin yönetimini bile belirlemeyi kendine görev bilen bir iktidar, devasa taraftar kitleleri bulunan, toplumun neredeyse tümünün ilgi alanına giren başta futbol olmak üzere, spor kulüplerini ele geçirme hayalini kurduğunu ve buna göre adımlarını attığını algılayamayacak kadar safsanız, bu sizin değil, sizi seçen, günlük başarıyı, kulüplerinin gerçek çıkarlarından üstün gören sözde taraftar ya da onların uzantısı kulüp üyeleridir.
İktidar bir oyunu çok iyi oynadı. Adım adım hedefine yaklaştı. Geldiği günden beri özellikle futbola yakın ilgi gösterdi. Kulüplerin tesisleşmesi ya da ekonomik sorunlarının çözümü noktasında önemli adımlar attı. Bunu yaparken, kulüpleri yönetenleri yavaş yavaş avucunun içine aldı. Menajerlik şirketleri oluşturup, kendi teknik adam ve futbolcu portföyünü çok yüksek rakamlara taşıdı. Sonra tüm kulüplerin kendilerine bağlı menajerlik şirketlerinin futbolcularını ve teknik adamlarını almaya itti. Kulüpleri yönetenler, iktidar desteği olmadan, ekonomik açıdan, yönetme yeteneklerinin olamayacağını gördüğünde, daha çok siyasetin tepesindeki isim ve onun yanaşmalarının eteğinin altına girme çabası gösterdi. Kulüp gelirleri bir yandan yükselirken, diğer yandan da anlamsız, amaçsız, rezalet büyük harcamalarla borç sarmalının içinde debelenmeleri sağlandı. Ardından kamu bankalarıyla kredi anlaşmaları yaptırıldı.
Değirmenin suyunun nasıl geldiğine hiç bakmayan yönetimlere her yıl birkaç teknik direktör değiştirme ve en az 15 transfer yapma şansı sağlandı. Bu tüketim çılgınlığına cahil taraftar kitleleri de bağımlı hale getirildi. Az transfer yapan kulüp yönetimleri, bizzat kendi taraftarlarınca ihanetle suçlanır noktaya getirildi. Bu kısır döngü yıllarca kulüpleri kemirdi ve siyaset kurumu, bunu çok bilinçli bir şekilde yönetti.
Kamu bankalarıyla yapılan anlaşmalarla birlikte tüm mal varlıkları ipotek altına alınan kulüpler, artık siyasi iktidarın oyuncağıydı. Ama bu da yetmezdi siyasi iktidara… Kulüplerin sahibi olmalıydılar. İşte tam böyle bir noktada Spor Kulüpleri Yasası, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirildi. Bu yasa çıktıktan sonra, birkaç yıl içinde öyle düşünüyorum ki, önce küçüklerden başlayarak birçok kulübe banka borçlarını ödeyemedikleri için el konulacak. Kayyum atanacak ve sonra da satılacaklar. Tabii ki sıra büyük kulüplere gelecek.
Zaten bu noktaya gelindiğinde Kurbağanın kaynar suya alıştırılması sürecinin sonuna gelindiği için, benim gibi birkaç cılız ses bağırıp çağıracak ve siyasi iktidar eliyle, taraftarın da, “Bravo, yaşayın, var olun. Kulüplerimiz kurtuluyor. Hatta Avrupa’da artık söz sahibi olacağız” nidaları arasında, milyonlarca taraftar kitlesinin ortak sevdası olan spor kulüpleri, birilerinin tekelinde, oyuncağa dönüşecek.
Şunu da unutmamalı ki, bu gerçekleştiğinde kulüpler, çok uluslu şirket patronlarının vergi kaçırma, ya da kara para aklama operasyonlarında kullanılan bir meta haline gelmesi de olasıdır.
Benden bu kadar!
Dediğim gibi, Tren kaçtı, Atı alan Üsküdar’ı geçti ve düğün sona erdi…Sarı öküz çoktan teslim edildi…
Saygılarımla…
Devamını Oku

DOKTORLAR GİDERLERSE GİTSİNLER ÖYLE Mİ SAYIN ERDOĞAN?

0

BEĞENDİM

ABONE OL
Türkiye Cumhuriyetinin tüm yurttaşlarının Cumhurbaşkanı olmayı bir türlü aklına getirmeyen ve son olarak ülkedeki çalışma koşullarının çok zorlaşmasından dolayı yurt dışına gitme konusunda adeta kuyruğa giren doktorlara veryansın ederken, “Giderseniz gidin, yeni mezunlarla biz bu işi görürüz” diyerek her zamanki gibi bizleri şaşırtmayan bir tutum aldı.
Bizim çocukluğumuz ve ilk gençlik yıllarımızda doktorluk çok saygın, herkesin gıpta ettiği bir meslekti. Hem kariyerleri, hem de aldıkları ücretler açısından toplumun en üst katlarında kabul edilirlerdi. Bırakın doktor olmayı, TIP Fakültesini kazanma başarısını gösteren bir genç, üstün zekalı olarak nitelendirilirdi. Bunlar çok zor bir eğitim sürecinden geçirilir, sonrasında da uzmanlık için yıllarca dirsek çürütürler, neredeyse ömürlerinin yarısını sadece öğrenimle heba ederlerdi.
Ama 12 Eylül darbesiyle birlikte, birçok saygın meslek gibi doktorluk da adım adım gerileme sürecine girdi. Birçok doktor, tarikatların, cemaatlerin etkisi altında, bilimden uzaklaşırken, dogmatik fikirlerin kölesi olarak, şeyhlerinin sözünden çıkmamayı erdem kabul eden bir noktaya geldiler. Ancak bu durum yine de doktorluk mesleğinin yerlerde süründürülmeye çalışılmasına bir gerçekçe oluşturamaz değil mi?
Evet; İnsanın en önemli hakkı olan sağlığını emanet ettiğimiz doktorlar sizden önceki dönemde sıradanlığa doğru adım adım yol aldılar, aldırıldılar. Ama sizin 20 yıllık iktidarınızda adeta çukurun içine itildiler. Ne can güvenlikleri kaldı, ne ekonomik bağımsızlıkları, ne de mesleğin icra edilmesi noktasında söz hakkı kullanabildiler. Onları da tüm diğer meslek gruplarına yaptığınız gibi köleleştirmeye çalışan sistemin en önemli aktörü oldunuz Sayın Erdoğan…
Doktorların yurt dışına gitme isteğiyle ilgili olarak burada sadece ekonomik birkaç veri paylaşmak istiyorum. Erdoğan, doktorların en düşük 8-9 bin, en yüksek ise 25 bin lira kazandığını ifade ederek, adeta yoksulluğa mahkum ettiği 10 milyonlara, “Bakın bunlar sizden ne kadar çok maaş alıyor ama doymak bilmiyorlar” demeye getiriyor. Peki gelişmiş diğer kapitalist ülkelerde doktorların ücretleri ne kadar?
İşte birkaç örnek:
Mesela, Türk doktorları ülkesine isteyen Almanya’da stajyer bir doktorun aylık maaşı 4 bin 700 ile 6 bin 300 Euro (yaklaşık 102 bin 375 TL) arasında değişiyor. Klinikte görev yapan uzman doktor 6 bin 200 ile 8 bin 100 Euro, başhekim ya da idari görevli doktor ise ayda 7 bin 700 ile 10 bin 600 Euro (172 bin 250 TL) arasında kazanıyor. Mesela doktorlar, Avusturya’da yıllık 135 bin Euro, Danimarka’da, 155 bin Euro, Fransa’da 70 bin 900 Euro, İngiltere’de 100 bin 200 Euro, Hollanda’da 105 bin 400 Euro, İsviçre’de 190 bin 200 Euro, ABD’de 185 bin Euro kazanıyor. Başhekim ya da yönetici pozisyonunda bu rakamlar ortalama ikiye katlanıyor. Asistan ya da işe yeni başlamış doktorların en az yıllık geliri ise 50 bin Euro civarında.İsviçre ve Danimarka’da işe yeni başlayan veya henüz asistan olan doktorlar yıllık yaklaşık 70 bin Euro kazanıyor.
Özel muayenehanesi olan doktorlar ise çok daha fazla kazanıyor. Almanya’da bunun bir üst sınırı yok ama ortalama gelirleri, kliniklerde çalışanlara göre çok fazla….
Göz doktoru 728 bin Euro, cilt doktoru 543 bin Euro, ortopedi 669 bin Euro, üroloji 564 bin Euro, cerrah 611 bin Euro, iç hastalıkları uzmanı 583 bin, kulak-burun-boğaz 466 bin kadın doktoru 415 bin Euro, pratisyen yani uzman olmayan doktor 405 bin Euro, çocuk doktoru 427 bin, nöroloji/pskiyatr 324 bin Euro kazanıyor.
Bırakın iş güvenliğini, özlük haklarını, sadece yıllık ekonomik kazanç açısından bakıldığında, Batılı ülkelerin ilkokul mezunu vasıfsız büro görevlilerine layık gördüğü maaşının bile altında ücret verdiğiniz, doktorların açgözlülük yaptığını ima ediyorsunuz ya…
Pes doğrusu!
Bu ülkeyi 20 yıldır yöneten sizler, tüm diğer çalışanlar ve yurttaşlarınız gibi doktorların da hem ekonomik, hem hayat standardı, hem iş güvenliği açısından çok daha iyi koşullarda yaşayabilmeleri için kafa patlatmanız gerekirken ve sorunun ana kaynağıyken, suçu tüm yurttaşlara atıp, sorumluluktan kaçınmayı ve böylece de tabanınızı ikna etmeye çalışıyorsunuz.
İstiyorsunuz ki, siz ve yakınlarınız dışında herkes açlık sınırının altında bir yaşama razı olsun, bir ülkenin 85 milyon vatandaşının tüm alın teri, emeği, bilgisi, yeteneği sizin keyfinize, ultra lüks yaşamanıza feda edilsin…
Ama artık yeter!
İliklerine kadar sömürdüğünüz ama bir türlü size yaranamayan bu halk bir gün hesabını soracak sizden…
Hem de en yakın zamanda!…
Saygılarımla…
Devamını Oku

SEVSİNLER SİZİN MİLLİ, MANEVİ DEĞERLERİNİZİ!

0

BEĞENDİM

ABONE OL
Biliyorsunuz belki, Cumhurbaşkanlığı genelgesiyle birlikte, milli, manevi değerlere uymayan yayınlar konusunda uyarıları dikkate almayan TV’lere ağır yaptırımlar uygulanacak. Ben, bu milli, manevi ve kutsal değerler konusunda ülkemizde yaşayan insanların büyük bölümünün gerçekten ne düşündüğünü, bunları nasıl algılayıp, uyguladığını merak ediyorum.
Çünkü;
Çok eşli yaşam bizde…
Çocuk istismarı bizde…
Kadına şiddet ya da cinayetleri bizde…
Kadını cinsel meta görme bizde…
Kadınların, eşlerini sevgililerine öldürtmesi ya da farklı yöntemlerle yaşam haklarını ellerinden almaları bizde…
Evli erkeklerin yüzde 99’unun eşlerini birçok kez aldatması bizde…
Evli kadınların, yüzde 50’sinden fazlasının eşlerini aldatması bizde… Hatta birkaç ayrı sevgili edinen çok da mutaassıp kadın bizde…
Bekar kadınların evli erkekleri, bekar erkeklerin evli kadınları ayartması bizde…
Evli erkeklerin, evli kadınlarla, evli kadınlarım, evli erkeklerle fantazi yaşaması bizde..
Ensest ilişki bizde…
Tarikat yurtlarında mide bulandırıcı ilişkiler bizde…
Kadının dizinden etkilenme bizde…
Annesinden tahrik olma düşüncesi bizde…
Babanın kız çocuğuna şehvet duyabileceğini ifade eden alçak ahlak anlayışının yönetenler tarafından makul görülmesi bizde..
Kadının başını kapatmayı bir gereklilik görüp, ondan nemalanarak oy devşirme çabası gösterme bizde…
Hayvan tecavüzcüleri bizde…
Çıkar için en yakınına bile kazık atarken mazeret uydurma hastalığı bizde…
Hırsızlığın normal görülmesi bizde…
Yolsuzluğun, “Bal tutan parmağını yapar” demesi bizde…
Torpil, adam kayırma bizde…
Kara para aklama büzde..
Kokain, eroin nafyasına kol kanat germe bizde…
Silah kaçakçılığı bizde…
Zengin olmak için her türlü değeri yerle bir etme bizde…
Şatafatla bile açıklanamayacak, olağanüstü lüks yaşam sevdası bizde…
Halkı kin ve nefret tohumlarıyla bölme bizde…
İftira atma ve bundan hiç de utanmama bizde…
Siyasette çocuğu bile kullanma bizde…
Yasaların dışına çıkarak insanların özel hayatlarını ifşa etme bizde…
Telefonlarının dinlenmesi bizde…
MOSESE ile küçük düşürmeye çalışma bizde…
Hukukun üstünlüğünü hiçe sayma bizde…
Adalet mekanizmasının adil bir şekilde işletilmemesi bizde…
Trol ağlarıyla birlikte insanların linç edilmesi, haysiyet cellatlığına soyunulması bizde…
Sevginin hiçbir değer taşımaması bizde…
Nefret tohumlarının ekilmesi için her türlü aracın amaç haline getirilmesi bizde…
Halkın büyük bölümü açlık sınırının altında yaşarken, 2,3,4,5,6 yüksek maaşla keyif çatma bizde…
Hatta, 13 özel uçak, yüzlerce makam aracı, sayısız helikopter ve çeşitli boyutlarda saraylarda keyif çatarken, halka sabır dileme bizde…
Soruyorum; milli ve manevi dıyguları yüksek olan toplum bu çürümenin parçası olur mu?
Aslında; “Biz”deki tüm bu aşağılık tutum ve davranışlara birkaç TV programının neden olduğunu düşünmemizi istiyor bizzat bu tüm çürümüşlüklerin sebebi olanlar….
Biz de bu zokayı yutacağız emi…
Bunu külahıma anlatın olur mu?
Yüzde 90’ı iktidara esir, medyanın, sizden bağımsız yayın yapan yüzde 10’luk dilimden bile rahatsız oldunuz değil mi?
Ve bu yüzde 10’u susturacak sansür yasanızı perdelemek için, “Milli, manevi” değerleri kullanıyorsunuz haksız mıyım?
Son sözüm; Sizin toplumu kandırma amacıyla kullanım aracı yaptığınız milli, manevi değerleriniz, benim için bir anlam ifade etmiyor…
Benim ahlakım, insan duruşum bana yeter!!!
Saygılar…
Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

error: Content is protected !!