DOLAR 32,5362 -0.04%
EURO 34,8086 -0.18%
ALTIN 2.425,86-0,16
BITCOIN 21715750.73788%
Trabzon
16°

AÇIK

13:07

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

19 Nisan 2024 Cuma

“Çocukluk Dönemine İnmek Dönemi Geçti…”

“Çocukluk Dönemine İnmek Dönemi Geçti…”
1

BEĞENDİM

ABONE OL

‘Kişiler Arası İlişkilerde Pozitif Psikoloji’ temasıyla düzenlenen ve dünya çapında ünlü bilim insanlarının da katılımıyla gerçekleşen kongrede “Terapide Özşefkatin Bilgeliği”, “İkili İlişkilerde Affetme”, “İlişkilerde Psikolojik Sağlamlık”, “Pozitif İlişkilerin İnşası” gibi konular ele alınıyor. Kongre Başkanı, Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, pozitif psikolojinin ilk zamanlarda yaşam koçluğu ve kişisel gelişim zannedildiğini ve teorik temelinin sorulduğunu ifade ederek, “Pozitif psikolojinin teorik temelleri nörobilime dayanıyor.” dedi.

Prof. Dr. Tarhan: “Birçok vakada gereksiz yere çocukluk dönemine inmek dönemi geçti. İnsanların travmalarına saygılı hekimlik dönemi başladı.”

Üsküdar Üniversitesi, NPİSTANBUL Hastanesi, NP Etiler & Feneryolu Tıp Merkezi, Türk Psikolojik Danışma Rehberlik Derneği ve Pozitif Psikoloji Enstitüsü paydaşlığında gerçekleşen Üsküdar Üniversitesi tarafından 6’ncısı bu yıl gerçekleştirilen Uluslararası Pozitif Psikoloji Kongresi, alanda çalışmalar yürüten küresel düzeyde uzman isimleri ağırlıyor. İki gün sürecek kongrenin bu yılki teması, “Kişiler Arası İlişkilerde Pozitif Psikoloji” olarak belirlendi.

Açılışı Prof. Dr. Nevzat Tarhan yaptı

Üsküdar Üniversitesi Merkez Yerleşkesi Nermin Tarhan Konferans Salonunda 2 gün sürecek kongre, Kongre Başkanı ve Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’açılış konuşmasıyla başladı

“İlk zamanlar yaşam koçluğu ve kişisel gelişim zannedildi…” 

ÜÜTV’den de canlı olarak yayınlanan programda Kongre Başkanı ve Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, pozitif psikolojinin ilk zamanlarda yaşam koçluğu ve kişisel gelişim zannedildiğini ve teorik temelinin sorulduğunu ifade ederek, “Pozitif psikolojinin teorik temelleri nörobilime dayanıyor.” dedi.

2000’li yıllarda koruyucu ruh sağlığıyla ilgili kitaplar yazdığını, çünkü tıpta paradigma dönüşümü olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Sağlıkta değişen paradigmada en önemli şey; sağlığın korunması.” diye konuştu.

İnsanların hasta olmamasına yönelik çalışmaların önemine işaret eden Tarhan, “Birincil koruma toplumun hasta olmaması için sağlığın korunması. İkincil koruma risk gruplarını belirlemek, risk gruplarını erken teşhis etmek ve tedaviye dahil etmek. Tedaviden sonra üçüncül koruma da tekrar nüksetmemesi için çalışmak…” dedi.

“Travmalarda yara açmak yerine, yara açmadan nasıl tedavi edilir dönemi ortaya çıktı…”

Tıpta artık yara açmadan tedavi etme yönteminin idealleştiğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Yara açmadan tedavi etmenin psikiyatrideki karşılığı nedir? Psikoanalizde kişinin çocukluk dönemine iniliyor. Bazı sorunlar alınıp bugünlere getiriliyor. Kişi anneye babaya düşman oluyor. Travma çözülemediği zaman daha gürültülü durumlarla karşılaşılabiliyor. Birçok vakada gereksiz yere çocukluk dönemine inmek dönemi geçti. İnsanların travmalarına saygılı hekimlik dönemi başladı. Travmaları ortaya çıkarıp yarayı açmak yerine, yara açmadan nasıl tedavi edilir? Bu dönem ortaya çıktı.” diye anlattı.

İdeal tedavinin kişinin travmalarına müdahale etmeden yapılan tedavi olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, pozitifi güçlendirerek negatifin düzelmesinin sağlandığını söyledi.

Pozitif psikoterapinin öncülerinden Dr. Tayyab Rashid yarın konuşacak

Pozitif psikoterapinin öncülerinden birinin Melbourne Üniversitesi’nden Dr. Tayyab Rashid olduğunu da dile getiren Tarhan, kendisinin yarın kongre çerçevesinde bir konuşma yapacağını da kaydetti.

‘Nörobilim temelli pozitif psikoterapi’ hazırlandı

Pozitif psikoterapiyle ilgili 2 yıl süren bir çalışma yaptıklarını ve 12 haftalık, 6’şar saatlik “Nörobilim temelli pozitif psikoterapi” belirlediklerini anlatan Tarhan, kişinin beyninin hangi bölgesi güçlendirilirse hastalığı yenebileceğine ilişkin nörobiyofeedback yöntemi hazırladıklarını dile getirdi.

Stres yönetimi, agresyon, otizm, dikkat eksikliği gibi protokoller oluşturulduğunu ve kişiye stres altında soğuk kanlı kalma becerisinin öğretildiğini ifade eden Tarhan, böylece kişinin beynini yönetmeyi öğrendiğini de kaydetti.

Gelecek yıl Eylül-Ekim aylarında bu konuda eğiticilerin eğitimine başlanacağını da ifade eden Prof. Dr. Tarhan, pozitif psikolojiyi terapide kullanmak isteyenlere yönelik yeni bir seçenek sunulacağını, böylece kendi değerlerimize, kendi düşünce alışkanlıklarımıza, kültürümüze uygun bir yöntemin olacağını da anlattı.

Dersi alan öğrenciler bu dersin ruhlarına dokunduğunu ifade ediyor

İyicillik ve kötücüllük ölçeklerini geliştirdiklerini de söyleyen Tarhan, pozitif psikolojinin kültüre yönelik yönüne de vurgu yaptı ve 2013 yılında ilk dersi alan öğrencilerin bu dersin ruhlarına dokunduğunu ifade ettiğini de kaydetti.

Prof. Dr. Tarhan, lise 9. Sınıflara yardımcı ders kitabı olarak basılan Mutluluk Bilimi kitabının rehber öğretmenlerin işine yarayacağını ifade ederek, lise öğrencilerinin kendilerini geliştirmeleri için rehber niteliğinde olan bu kitabın pozitifi güçlendirmeyi amaçladığını anlattı.

Devamını Oku

“Deprem Korkusu ‘Kötü Dünya Sendromunu’ Tetikliyor”

“Deprem Korkusu ‘Kötü Dünya Sendromunu’ Tetikliyor”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 6 Şubat’taki Kahramanmaraş depreminin ardından sıklıkla gündeme getirilen büyük İstanbul depremi tartışmalarının insanların psikolojisi üzerindeki etkilerine değindi.

 İstanbul depreminin olası sonuçları hakkında televizyonlarda tartışmalar, gazetelerde haberler ve sosyal medyada söylentilerle karşılaşılıyor. Depremin her gün gündeme gelmesinin ‘depremle birlikte yaşayın’ demek olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu durumun insanların ruh sağlığını olumsuz etkilememesinin mümkün olmadığını söylüyor. Tartışmaların insanları korkutan unsurlar yerine bilimsel çalışmalar, atılan somut adımlar üzerine olması gerektiğini belirten Tarhan, “İnsanın psikiyatrik olgularının artmasına en çok sebep olan şey belirsizlik ve bilinmezliktir. Sürekli deprem konuşularak insanların ruh sağlığını bozmanın ciddi bir karşılığı olacaktır.” uyarısını yapıyor.

Her gün İstanbul depremini dile getirmek ‘depremle birlikte yaşayın’ demek 

Her gün İstanbul depreminin gündeme gelmesinin ‘depremle birlikte yaşayın’ demek olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir insana ‘depremle birlikte yaşayın’ demek, ‘evinizdeki yılanla birlikte yaşayın’ demek gibi. Bunun ruh sağlığını olumsuz etkilememesi mümkün değil, onu rahatlıkla söyleyebiliriz. Psikolojik açıdan bu iki türlü etki yapar. Biri kaygıyı yükseltir, ikincisi de kaçınma davranışına neden olur. Kişi bu durumu yok sayarak bu konuyu yaşamaya çalışır. Yahut ortam değiştirerek kaçınmaya çalışır. Bunlar insanın stres yükünün artıran durumlardır.” dedi.

İnsanların ruh sağlığı için nasıl deprem olacağı değil, somut adımlar konuşulmalı

Daha önce deprem yaşamayanların bile zaman zaman ‘deprem oluyor’ hissine kapılmalarını değerlendiren Tarhan, “Depremle ilgili bir farkındalık gerekiyor, bunu kabul etmeliyiz. Şu anda ciddi bir yapı stoğunun depreme karşı dayanıklı olmadığı çok kesin biliniyor. Bu gibi durumlarda insanlara vehim vererek, kuruntu yaparak, korkutarak değil, bilimsel çalışmalarla gitmek, ‘şu semtte şu binalar riskli onunla ilgili şu somut adımlar atılıyor’ demek gerekir. İnsanı en çok rahatsız eden, kaygısını artıran, ruh sağlığını bozan, yanlış şeyler yapmaya iten, psikiyatrik olguların artmasına sebep olan şey belirsizlik ve bilinmezliktir. Bu tür konularda yol haritası çizmek, somut, kanıta dayalı adımlar atmak gerekiyor. Bu yapılamadığı zaman depremle ilgili farkındalık yönetilemez. Sürekli deprem konuşularak insanların ruh sağlığını bozmanın ciddi bir karşılığı olacaktır.” şeklinde konuştu.

Deprem korkusu ‘kötü dünya sendromunu’ tetikliyor

İstanbul’da yaşayanların depremi yaşamak, enkaz altında yaşam mücadelesi vermek veya ölüm korkuları yaşayabileceğini dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İnsanın hangi korkuyu yaşadığı kişilik özelliklerine göre değişir. Geçmişte deprem travması olanlar bu durumu daha şiddetli yaşarlar. Yakınını kaybetmiş olanlarsa daha farklı yaşar. Şu an toplumda ‘hayat güvenli değil, İstanbul güvenli değil’ diyenler çoğaldı.” dedi.

Ölüm korkusuna duyarlı olan kişilerde kaçınma davranışının görülebileceğini de sözlerine ekleyen Tarhan, şöyle devam etti:

“Kötü dünya sendromu olarak adlandırılan bir durum var. Kötü dünya sendromunda insanlar dünyanın güvenli olmadığını düşünür ve üç türlü tepki ortaya çıkar. Birinci tepki, içine kapanır depresyona girer. İkinci tepki, kişi saldırganlaşır, şiddet olaylarının artmasına sebep olur. Üçüncü tepki de kaçınma davranışı gösterirler. ‘İstanbul güvenli değil’ diye kaçmaya başlarlar. Birçok alanda Anadolu’dan İstanbul’a gelmek isteyen uzmanların sırf deprem olacak diye gelme kararını değiştirdiklerini de biliyoruz bu arada.”

Depreme psikolojik olarak hazırlanmanın ilk koşulu kabullenmek 

Depremzede olmadan depreme psikolojik olarak nasıl hazırlanılması gerektiğine değinen Tarhan, “Öncelikle İstanbul’da bir deprem kuşağında yaşadığımızın bilincinde olacağız. İkincisi depremin artık uzak bir ihtimal değil de yakın ve mümkün bir ihtimal olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bunu kabul ettikten sonra kişinin kendi planının olması gerekir. Hayat üçgenini muhakkak bilmek, bir deprem çantası bulundurmak gerekiyor. Kişi evinin güvenli olup olmadığıyla ilgili testleri yaptırmalı, raporları almalı. Hiçbir şey yapmamak kaygıyı artırır ama bir adım atmak kaygıyı azaltır. Muhakkak ‘burada bana düşen vazife nedir’ diye düşünüp somut adımlar atmak gerekiyor. Yapılabilecek her şeyi yaptıktan sonra da bu konu akla geldiğinde ‘ben bununla ilgili yeterli adımları attım’ deyip hemen rutin işlere dönülmesi lazım.” açıklamasını yaptı.

Travmayı mumyalaştırmamak gerekiyor

Bir kişinin yaşadığı travmayı çok uzun süreler düşünmesinin ve tekrarlanacağı düşüncesiyle yaşamasının ‘travmayı mumyalaştırmak’ olduğunu ifade eden Tarhan, “Boynunda düdükle yatmak, kafasında kaskla dolaşmak, en ufak bir sarsıntıda kapıya fırlamak gibi tepkiler veriliyor. Birçok kişi bir adım atmadan sadece korkusunu yaşıyor ve bu kişiler yaşanan travmayı mumyalaştırmış oluyor. Yani travmayı olduğu gibi canlı bir şekilde devam ettiriyorlar. Bu kişilerin ruh sağlığı problemi post travmatik stres bozukluğuna da dönüşebiliyor. Burada bir uzman yardımı gerekir.” dedi.

Travmayı yok saymanın da sağlıklı olmadığının altını çizen Tarhan, “Travma yok sayıldığında mide, bağırsak veya kalp hastalığı gibi başka bir hastalık şeklinde ortaya çıkar. ‘Bu olayı yaşadım, bu hayatın bir gerçeği’ diyerek durumu kabul etmemiz, kaybettiğimiz yakınlarımızla ilgili anıları canlı tutarak, normal rutinimize devam etmemiz gerekir. Bu şekilde travmayı minyatürize etmiş, zihnimizde mumyalaştırmamış oluruz.” uyarısını yaptı.

Asıl mesele kriz çıktığı zaman yönetmek değil, riskleri hesap edip yönetmek

Deprem konusunda gaflet içinde olmak yerine farkındalık içinde olmak gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişi bu konuda somut adımlar atarak üzerine düşenleri yapmalı. Kendi üzerine düşen görevlerle belediyeye veya devlete düşen görevlerin ayrımını da iyi yapmalı. Başkasını suçlayarak rahatlama yöntemi de çok kullanılıyor. Kendisi üzerine düşeni yapmıyor, tedbir almıyor sonra da devleti, belediyeyi veya başkalarını suçluyor. Bu da aslında sağlıklı olmayan bir savunma yöntemidir.” dedi.

İnsanların önce deprem olursa ne yapacağı ile ilgili krize hazırlık planı yapmaları gerektiğinin altını çizen Tarhan sözlerini şöyle tamamladı:

“Böyle bir risk var bunu nasıl yönetebiliriz? Tedbir almak risk yönetimidir. Kriz planı olanlar kriz çıktığında otomatik olarak planı uygular ve en az zararla atlatır. Mesela ‘evde şu köşeye saklanacağım, merdiven çıkmayacağım’ gibi yaklaşımlar da bu planın bir parçası olmalı. Kahramanmaraş depreminde gördük. Herkes merdivene koşarken Japonlar üst kata çıkıyorlar. Bu da demek ki depremle ilgili planları, eğitimleri var. Asıl mesele kriz çıktığı zaman yönetmek değil, riskleri hesap edip yönetmek.

Devamını Oku

81 Üreticiye 81 Şaftlı Koyun Kırkım Makinesi Dağıtıldı

81 Üreticiye 81 Şaftlı Koyun Kırkım Makinesi Dağıtıldı
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Trabzon İl Tarım ve Orman Müdürlüğü, Trabzon İli Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiriciliği Birliği ve DOKAP’ın destekleriyle hayata geçirilen, Şaftlı Koyun Kırkma Makinesi Teslim Töreni, Vali Aziz Yıldırım’ın katılımıyla yapıldı.
Törende; Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliğine üye 81 üreticiye 81 şaftlı koyun kırkım makinesi dağıtıldı.
Ortahisar İlçe Tarım Müdürlüğünde gerçekleştirilen törene; Vali Aziz Yıldırım’ın yanı sıra Ortahisar Kaymakamı Gürkan Demirkale, Tarım ve Orman Müdürü İsa Kaplan, İlçe Müdürü Bülent Bayrak, diğer ilgililer ve hayvan yetiştiricileri katıldı.
Teslim töreninde konuşma yapan Vali Yıldırım, “Hayvancılık Tarım Bakanlığımızın üzerinde durduğu önemli bir konudur. Hayvancılık üzerine harcanan mesainin önemi her geçen biraz daha artmaktadır.
Ülkemizde küçükbaş hayvancılık büyükbaş hayvancılık kadar önem arz etmektedir. Beslenmemiz açısından büyük bir yere sahip olan hayvancılığa daha bir özen göstermemiz gerekmektedir.
Benim küçüklüğümde köyümüzde dedemin 500 koyunu vardı. Her yaylaya çıktığımızda komşuların küçükbaş hayvanları ile bu sayı artardı. Şimdi ise aynı köyümde toplasak küçükbaş hayvan bulmak çok zor.
Temel ihtiyacımızın yanında hayvancılık tekstil sektöründe de önemli bir yere sahip. Eskilerimizin en değerli dedikleri kıyafetler yünden yapılmaktaydı. En sağlıklı yataklar, yorganlar yünden elde ediliyor. Bunları elde etmek için makaslarla veya farklı aletlerle koyunların yünleri kırpılıyordu. Bu da bir takım enfeksiyonlara, hayvan derilerine zarar vermeye kadar ulaşabiliyordu. Şimdi ise koyun kırkma makinesi ile bu riskler ortadan kalkıyor ve daha iyi verim alınıyor.” dedi.
Projede emeği geçenlere teşekkür eden Vali Yıldırım, üreticilere makinelerinin hayırlı olmasını diledi.
Konuşmaların ardından koyun kırpma işlemini yakından izleyen Vali Yıldırım, sonrasında Ortahisar İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğünde; İl Müdürü İsa Kaplan ve İlçe Müdürü Bülent Bayrak ile bir araya gelerek çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Devamını Oku

Fren Mekanizmasını Devreye Al 14 Günde Bırak!

Fren Mekanizmasını Devreye Al 14 Günde Bırak!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’de her 4 erkekten ve her 10 kadından biri sigara içiyor!

Prof. Dr. Tarhan: “Dünyada sigara içme oranı en yüksek ülkeler arasındayız”

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, uzun süreli nikotin kullanımında beyindeki öğrenme belleğinin bozulduğunu kaydederek, “Nikotizm zararsız bir şey değil. Nikotizmi ani kestiğin zaman şiddetli baş ağrısı, huzursuzluk, sinir olur. Sersemleşirler ve dikkat dağınıkları yaşarlar.” diye konuştu.

Türkiye’de sigara içme oranının yüzde 30’ları geçtiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Türkiye’de bu oran erkeklerde yüzde 39, kadınlarda yüzde 12, çok yüksek. Dünyada sigara içme oranı en yüksek ülkeler arasındayız. Politik kararlılık oldu, STK’lar, medya destekledi biraz düştü. Ama tekrar eski hale geldik.” dedi. Tarhan, beyindeki fren mekanizmasına ve kritik 14 güne dikkat çekiyor.

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tütün bağımlılığı konusunu değerlendirdi.

“Beyindeki davranışsal ödül sistemini harekete geçiriyorlar…” 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bağımlılığın kişinin beynindeki ödül sisteminin bozulmasıyla ilgili olduğunu hatta bağımlılığa ‘Ödül yetmezliği sendromu’ da denildiğini ifade ederek, şunları kaydetti:

“Kişinin beyni ödüle doymuyor. Beyindeki ödül merkezini en çok çalıştıran dopamin maddesi. Dopamin maddesinin iki tane önemli özelliği var; biri dikkati artırır, bir konuya odaklanmayı sağlar, ‘aşk konumu’ da denir. Beyin sadece bir konuyu düşünür hale geldiği zaman, aşırı dopamin salgılıyordur. İkinci özelliği ise sarhoşluk hissi verir. Beyindeki ödül sistemi aşırı çalıştığı zaman kişide uçma duygusu uyandırır. Bu merkez çok uyarıldığı zaman beyin ödülü daha çok istiyor. Hatta bağımlılık yapan değil beklenmeyen ödüller istiyor. Sürprizler, beyindeki normal alışılmış ödül sistemini daha fazla tetikleyerek beyinde haz uyandırıyor.

Hazzın yüceltildiği bir çağda yaşıyoruz. O nedenle yaşam amacı olarak haz ve konforu ön planda tutan bir yaşam felsefesi oluştu dünyada. Modernizmin getirdiği bir felsefe oldu. Fazla dünyacı, keyifçi, hazcı, konformist olduk. Bu nedenle bu da dopamini beyinde daha çok arttırıyor. Öyle bir şey ki dopamini tetikleyen maddeler, davranışsal bağımlılıklar var. Sosyal medyadan kumara kadar hepsi beyinde davranışsal ödül sistemini harekete geçiriyor.”

“Bağımlılığa yatkınlıkla ilgili genetik bilgiler var” 

Bağımlılığa yatkınlıkla ilgili genetik bilgilerin olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “İki türlü genetik mekanizma var. Biri kozatif gen. Mesela bir kimsede akciğer kanseri olacağı genlerinde yazılıysa bu kişi o yaşa geldiği zaman oradaki DNA’da bozulma başlıyor. Kanseri hemen tetiklemeye başlıyor. Alzheimer için de geçerli bu. Alzheimer geni ApoE4 diye bir gen. Çok nadir bulunuyor. Bu gen varsa kişi daha çok hastalığa yakalanıyor. Bağımlılıkta da öyle, yatkınlığı varsa, şartları hazır olduğu zaman kişide hemen o gen başlıyor. Aktif hale geçirilme durumu ortaya çıkıyor.”

“Nikotizmi ani kesildiğinde şiddetli baş ağrısı, huzursuzluk, sinir olur”

Nikotin bağımlılığının nikotizm olarak tanımlandığını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Nikotizm, beyindeki asetilkolin maddesiyle ilgili. Asetilkolin maddesi hafızayla ve dikkat etmeyle ilgili bir madde. Sigara içenler, dikkatli olma ve odaklanmak istedikleri konuda içerler. Beyindeki konsantrasyonu, dikkati artıyor. Kişi o konuya daha fazla odaklanıyor. Aynı zamanda nikotin ikincil bir haz verici etkisidir. Canlandırıcı ve enerji verici etkisi de var nikotinin. Nikotinin etkisi dopaminde de var. O etki nedeniyle kişinin hoşuna gidiyor nikotin alması. Elektronik sigaralarda sadece nikotin oluyor, diğer maddeler olmuyor ama nikotizmi yine yapıyor. Nikotizm yaptığı için de gittikçe dozu arttırıyorlar. Uzun süreli kullanımda beyindeki öğrenme belleği bozuluyor. Nikotizm zararsız bir şey değil. Nikotizmi ani kestiğin zaman şiddetli baş ağrısı, huzursuzluk, sinir olur. Sersemleşirler ve dikkat dağınıkları yaşarlar.” diye anlattı.

“Çay, kahveyle içilen sigara gibi ritüeller sigara içmeyi tetikliyor”

Nikotinin bağımlılık oluşturmasının diğer maddelere göre çabuk olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, sigarada fizyolojik ve psikolojik bağımlılık var olduğunu söyledi.

Sigarayı çıkarma, yakma, özentilik, yemekten sonra çay, kahveyle içilen sigara gibi ritüellerin psikolojik bir bütünlük oluşturduğunu ve sigara içmeyi tetiklediğini ve hatırlattığını anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bunlar daha çok davranışsal bağımlılık boyutunu oluşturuyor. Fizyolojik bağımlılıkla ikisi birleşiyor.” dedi.

“Bağımlıkta en büyük belirti sinirli olması”

Bağımlı olan bir kişinin sigara olmadığı zaman sinirli olmasının en büyük belirti olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Kişinin sabah uyanır uyanmaz sigara yakma isteğinin olması tehlikeli ve zararlı. Öksürüyor, bazı damar hastalıkları belirtileri başlamış ama hala sigarayı bırakmıyor. Öksürüyor, doktora gidiyor, doktor sigarayı bırakmasını söylüyor yine bırakmıyor. Bu durumda tehlikesini ve zararlı olduğunu bildiği halde bir şekilde kendini ikna edecek bir yol buluyor. ‘Bana bir şey olmaz, ben bağımlı değilim, istediğim zaman bırakabilirim, bundan bir şey olmaz’ diyor. İnsanoğlu kendini aldatma konusunda çok usta.  Uyarıları ciddiye almıyor. Paket almıyor içmemek için başkalarından isteyerek yine sigara içmeye devam ediyor.” diye konuştu.

“Bırakmak kesin isteniyorsa kolay, istenmiyorsa çok zor”

“Kişinin önce sigarayı bırakmak istemesi, karar vermesi gerekiyor.” diyen Prof. Dr. Tarhan, sigarayı bırakmanın kişi kesin istiyorsa kolay, istemiyorsa çok zor olduğunu anlattı.

Sigarayı bırakmada ‘davranış değiştirme modeli’ var olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Sigarayı bırakmak için gelenler gerçekten bunu isteyerek mi geliyor, yoksa eşin dostun hatırı için mi geliyor, ona bakıyoruz. ‘Bu bana zarar verdi ama bırakamıyorum. Sanki içimde ikinci bir kişi var, o içittiriyor’ gibi diyorsa burada çözüm kolay. Sigara içme dürtüsünü azaltan ilaçlar var. Bunlar işe yarıyor, onları veriyoruz. Antidepresan aslında fakat o ilaç beyindeki sigara aşermesini azalttığı için yüzde 40-50 civarında sigara içme isteğini azaltıyor. İstekli olan kişilere o ilaç verilebiliyor.” diye konuştu.

Beyinde fren mekanizmasını devreye alacak kritik 14 gün! 

Bazı kişilerde sigara kart metodunun çalışıldığını da kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Sigarayı neden bırakmak istiyorsun listele diyoruz. Mesela ‘ağzımın kokusunu istemiyorum, akciğerimde şüpheli bulgular var, tansiyonum yükseliyor, öksürüyorum’ diyor. Kişi canı sigara içmek istediği zaman o kartı çıkartıp onu okuyacak, bu gerekçelerle ben içmeyeceğim diyecek. Beyinde fren mekanizmasını devreye sokacak. Bunu 14 gün yapsın, bu kritik dönem geçiyor.” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Tarhan, sigarayı bırakmayı 7-14 gün başaranın, bunun hazzını yaşadığını ifade ederek, bu süreçte kişilerin nikotin reseptörlerinin duyarlılığının yavaş yavaş azalmasını sağlayan nikotin sakızı veya bantları kullanabileceğini, bunların da işe yaradığını söyledi.

“Türkiye’de sigara içme oranı yüzde 30’ları geçiyor”

Dünyada sigarayla mücadelede ABD’nin başarılı olduğunu ve orada sigara içme oranının ortalama yüzde 15 civanda bulunduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Türkiye’de sigara içme oranı yüzde 30’ları geçiyor şu anda. Türkiye’de bu oran erkeklerde yüzde 39, kadınlarda yüzde 12, çok yüksek. Dünyada sigara içme oranı en yüksek ülkeler arasındayız. Politik kararlılık oldu, STK’lar, medya destekledi biraz düştü. Ama tekrar eski hale geldik. Sigaraların çoğu şu anda ithal. Müthiş bir döviz kaybı da oluyor.” diye konuştu.

“18 yaşın altına sigara satımı yasak, başlama yaşı 18 öncesi…”

Sigara kullananların çocuklarını öksüz bırakma ihtimallerinin çok yüksek olduğunu ve çok uzun yaşamadıklarını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Türkiye’de 18 yaşın altına sigara satımı yasak fakat sigaraya başlama yaşı 18 öncesi. Demek ki aile, çevre, arkadaş arasında ‘Sen büyüdün, delikanlı oldun, yak bir sigara’ filan diye teşvik ediliyor. Bu kültürel bir sorundur.” dedi.

“Gençleri alıştırmamak için büyüklerin örnek olması gerekiyor”

Çocukları ve gençleri bağımlılıktan korumak için yapılması gerekenlere de işaret eden Prof. Dr. Tarhan, evde sigara içmemek, balkonda bile içerken suçlu gibi içmek gerektiğini, evde kapalı yerde sigara içmenin yasalarla hallolacak bir şey olmadığını söyledi.

Doktorların da iyi örnek olması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Gençleri alıştırmamak için büyüklerin örnek olması gerekiyor. Ama iyi örnek olduğu halde içilebiliyor mu, içiliyor. Arkadaş çevresi etkiliyor. Nasihat, konferans tesirli olmuyor gençlere. Şu anda sigarayı kullanmamak, bırakmak çok daha kolay aslında.” dedi.

“Stres azalırsa ihtiyaç da azalır…” 

Sigaranın anti stres olarak kullanıldığını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Toplumsal stres azalırsa sigaraya ihtiyaç da azalır. Gerilimi azaltmak gerekiyor. Öyle bir coğrafyadayız ki stresli yaşamak zorundayız, stresi yönetmek zorundayız. Stresten kaçamayız ama stresi yönetebiliriz. Problemi çözücü yaklaşımlara ihtiyaç var. Kişi bırakmak istiyorsa çözümü sigara değil. Sigarayı bırakmak konusunda bağımlılık terapistleri başarılı. Beyin isterse ilk 7-14 günde zorluk yaşar, ondan sonra bırakır.” şeklinde devam etti.

Devamını Oku

Tarhan: “Empati, Merhametin Başlangıcı…”

Tarhan: “Empati, Merhametin Başlangıcı…”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, merhamet ve empati kavramını değerlendirdi.

Tarhan: “Empati, merhametin başlangıcı…”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, empatinin merhametin ön basamağı ve başlangıcı olduğunu ifade ederek, “Empati olmadan merhamet duygusu gelişmiyor. Empati tabii kişinin, karşı tarafın sadece duygularını değil, ihtiyaçlarını ve haklarını fark edebilmektir. Empati kavramı şu an dan itibaren 2010’lu yıllardan itibaren dünyada ciddi araştırılıyor. Çünkü ‘Dünyada kötülük neden artıyor? Kana susamışlık neden artıyor? Acımasızlık neden artıyor? Bu zalimlik neden artıyor?’ diye yapılan çalışmalarda ortaya çıktı ki empati yoksunluğu bütün suçların arka planındaki psikolojik neden. Empati yoksunluğu da kişileri acımasız, merhametsiz, insafsız, zalim yapıyor bu merhametin yoksunluğu. Empati olmayan bir kimse merhamet duygusu geliştiremez.” dedi.

Tarhan: “Çocuk o an acı çektiği için o acısının anlaşıldığını hissetmeli.”

Merhamet duygusu olmayan kişinin çevresinde olan durumlarla hiç ilgilenmeyeceğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Biz testlerde, aile içi ifadelerde ‘Duygu ifadesi nasıl? Duygusal okur yazarlığı nasıl? Duygusal farkındalığı nasıl?’ diye ölçüyoruz, ölçekler var bununla ilgili, bu yoksa bir anne annelik bile yapamıyor. Çocuk üzülüyor, canı yanıyor, anne hiç umursamıyor. Çocuğun fiziksel bakımını yapmakla olmuyor ki. Çocuk o an acı çektiği için o acısının anlaşıldığını hissetmeli…” diye konuştu.

Halk arasında empatinin karşılığının ‘anlayışlı olmak’, ‘halden anlamak’ olarak ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Empati bizim kültürümüzde aslında diğerkamlık olarak geçiyor. Biz daha sonra bu kelimeyi unutmuşuz.” dedi.

Tarhan: “Merhamet kavramlarının yoksunluğunun kötü sonuçları…”

Prof. Dr. Tarhan, küresel ihtiyaç olduğu zaman merhamet kavramlarının yoksunluğunun kötü sonuçları görülmeye başlayınca merhamet ölçeklerinin geliştirildiğini anlatarak, “Merhamet algısı, merhametle ilgili birçok değerler adım adım hepsi alt boyutlarıyla inceleniyor. Motivasyon tekniği olarak merhamet, diğer taraftan merhamet skalaları, ölçekleri geliştirildi. Bütün bunlar aslında bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Bir konuya ihtiyaç varsa o konuda ihtiyaç, istek uyandırıyor, istek uyandırmak da kişiyi motive ediyor ve harekete geçiriyor. Eylem o şekilde ortaya çıkıyor.” dedi.

Tarhan: “Merhamet koşulsuz sevgiyi getiriyor.”

“Sevgi duygusu… Bir şeyi seviyorsun ama merhamet duygusu sevgiden daha büyük.” diyen Prof. Dr. Tarhan, merhametin koşulsuz sevgiyi getirdiğini vurguladı.

Prof. Dr. Tarhan, merhametin duygu boyutunun koşulsuz sevgi olduğunu kaydederek, “Merhametin algı boyutu var. Algı boyutu da karşı tarafın ihtiyaçlarını algılayabilmek… Bunun için merhametli dikkat lazım. Merhametli olmayla ilgili insan önem verecek. Merhametli iyi bir kavrammış, iyi bir erdemmiş, iyi bir duyguymuş diyerek… Sadece duygu değil aynı zaman da erdemdir. Çünkü davranışa yansıması lazım, duygu olarak kalmaması gerekiyor.” şeklinde dile getirdi.

Merhametin davranışa yansıması için…

Merhametin davranışa yansıması ve kişilik özelliği haline gelmesi için merhametli akıl yürütmenin olması gerektiğini de ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Hatta Amerika’da merhametle ilgili yapılmış bir çalışma var. Ortalama bir Amerikalıya vücudu yanmış insan resimleri gösteriliyor. Ortalama bir Amerikalı acıma hissi diyor ona fakat ondan sonra hemen kaçıyor. Beni huzursuz etti, huzurumu kaçırdı diyor. Budist rahibe gösteriliyor aynı şey. Aynı an da beyin tepkilerini ölçüyorlar. Ortalama Amerikalının beyninde acıma duygusuyla birlikte kaçınma duygusu ortaya çıkıyor. Budist rahipte de acıma duygusu oluşuyor. Ondan sonra beyinde yardım etme alanı harekete geçiyor.” diye anlattı.

Bencil insan karşı tarafın acısını anlar ama…

Prof. Dr. Tarhan, bencil insanın empati ile fark edip, karşı tarafın acısını anlamasına rağmen ‘benim çıkarım’ yok davrandığını ifade ederek, “Anlar onu, farkına varır ama terk eder çıkarı için. Merhametli olabilmek için kendi konforundan fedakârlık edebilmek, kendi istek ve ihtiyaçlarından vazgeçebilmek gerekiyor. Merhametin olmadığı bir ortamda insanlar çok yalnızlaşıyorlar. Küresel yalnızlaşmanın arka planında merhamet azalması var.” dedi.

Neden kaynaklanıyor empati yoksunluğu? 

Empati yoksunluğunun neden kaynaklandığına ilişkin de Prof. Dr. Tarhan, “Bencillikten, tek kelimeyle ben merkezcilikten. Küresel narsisizm var, ondan kaynaklanıyor. Narsisizm epidemisi diye ABD’ de kitap çıkarttılar. Öncelikle gençler arasında hızla yayılıyor bu. ‘Ben önemliyim, başka bir şey önemli değil’ diyor.” diye konuştu.

Batıdan eğitim almış psikologların ‘Aile önemli değil, birey önemli, eğer olmuyorsa bırak hayatını yaşa’ dediklerini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Şu an aileyi bir ortak kurum olarak görmüyor, bireyi kutsallaştırıyorlar. Aileyi değil, bireyi öncelikleştiriyorlar. ‘Senin çıkarın daha önemli, ailenin çıkarı önemli değil’ deyip yapıyor. Ondan sonra da insan ne oluyor? Çocukları ne olacak peki? Eşi ne olacak? Düşünmüyor.” dedi.

Tarhan: “Yalnız yaşayan daha kendini düşünen birisi olur.”

İnsanın sosyal ortamlara girdikçe, sosyal ilişkilerde sınırı öğrendikçe empatiyi öğrendiğini de belirten Prof. Dr. Tarhan, “Yalnız yaşayan daha kendini düşünen birisi olur. Sosyal ortamda insan empatiyi öğrenebiliyor, diğer insanların haklarını, ihtiyaçlarını öğrenebiliyor. Empati yoksunluğunu varsa, bu kimse ben böyleyim, düzelmek istiyorum diyorsa farkındalık çalışılıyor empatiyle ilgili. Empati nedir, ne değildir?  Sevgi nedir? Merhamet nedir? Şefkat nedir?” diye anlattı.

“Merhamette yukarıdan aşağı bir duygu sunulmasının merhamet değil, insanın kendi egosu için insanlara merhamet rolü oynamak olduğunu” ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Empati yaparken sempati karıştırılıyor. Birisi oturup ağlıyor, onunla birlikte sen de ağlıyorsun, bu sempatidir. Empatinin yorgunluğu da burada ortaya çıkıyor işte. Empati burada zarar veriyor kişiye.” dedi.

Empatinin sempatiye dönüşmesinin empati değil, kendine zulmetmek olarak ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Kendine karşı da tarafsız olacaksın. Kendi hakların var, ihtiyaçların var, karşı tarafın hakları var, ihtiyaçları var. Karşı tarafın haklarını, ihtiyaçlarını anlayacaksın. Kendi haklarını, ihtiyaçlarını bileceksin ve dengeli şekilde ilişki kuracaksın, bu öğreniliyor.” şeklinde konuştu.

Tarhan: “İçtenlik ve samimiyetin bulaşıcı etkisi var.”

Empati duygusuyla ilgili beyinde sinir hücreleri olduğunu da kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Ayna sinir hücreleri ve ayna nöronlar… Karşı tarafın beynindeki ayna nöronlarla konuşuyor beynimiz. Telsiz internet gibi konuşuyor, haberleşiyor gibi… Güçlü duygularla samimi bir empati hissediyorsan, samimi olursa, karşı tarafın beynindeki aynı alanlar aktif hale geçiyor. Ama samimi olmayan, çıkarcı bir empati rolü oynuyorsan, karşı tarafın beynindeki ayna nöronlar harekete geçmiyor. İçtenlik ve samimiyetin bulaşıcı etkisi var. Karşı tarafı etkiliyor ve karşı tarafta güven oluşturuyor. Onun için merhamet rolü oynayamazsınız, empati rolü oynayamazsınız samimi olması gerekiyor etkili olması için. Yoksa etkisiz oluyor, o anda saf bir insanı inandırıyorsunuz ama bir müddet sonra güven oluşturamıyorsunuz ilişkilerde.” dedi.

Yardım ederken mutluluk hormonu salgılanıyor

Budist rahipler yardım ederken beyindeki mutluluk hormonlarının salgılandığının da görüldüğünü anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Kendisinde mutluluk hormonu salgılanıyor. Karşı tarafın yaralarını görüyor, üzülüyor, daha sonra ona yardım etmek istiyor. Bir şeyler yapıyor ve aynı anda beyinde mutluluk hormonu salgılanıyor. Aslında merhametli olmak kişiye de bir şey kazandırıyor, bilimsel ve biyolojik olarak gösterilmiş kanıtlanmış bir duygu.” dedi.

Şefkat ve merhametin benzer şekilde kullanıldığını dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Merhamet duygusunu fark edebilmek ve sırf bu duyguyu tatmin için insan gizli yardım yapar başka insanlara. Halbuki o an kendisi de mutlu olur, bir çocuğun sevindiğini, bir insanın mutlu olduğunu gördüğü zaman. O peşin ödüldür ona. Merhametli olmanın peşin ödülü var kişiye.” diye konuştu.

Tarhan: “Merhametli insanlar başkaları için de bir şeyler yapmaktan zevk alıyorlar.”

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en temelde fizyolojik ihtiyaçlar; yemek, içmek, barınmak, üremek, sonra diğer canlılarla ortak ihtiyaçlar ve ondan sonra da güvenin geldiğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Sonra sosyal şeyler geliyor; sevmek, sevilmek ve güvenli olmak… En sonda da kendini gerçekleştirmek geliyor. Merhametli insanlar kendilerini aşıyorlar, başkaları için de bir şeyler yapmaktan zevk alıyorlar.” dedi.

Tarhan: “Merhamet başıboş bırakılması gereken bir duygu değil!”

Prof. Dr. Tarhan, merhamet yorgunluğuna işaret ederek, “İnsanoğlunun kontrol edemeyeceği ve gücünün yetmediği konularda oturup üzülüp ağlarsa, kendi gücünü aştığı için merhameti ona zarar vermiş oluyor. Halk arasında bir söz var; ‘Merhametten maraz doğar’ diye. Yanlış kişiye merhamet etmek de zarar verir. Bazı kişiler kendilerini acındırırlar, yardım edersin ona, aslında tembelliğe, aç gözlülüğe teşvik etmiş olursun. Onun için merhamet edilecek nesneyi de iyi seçmek gerekiyor. ‘Merhameti hak ediyor mu bu?’ diye düşünmek gerekiyor. Hak ediyorsa yapmak gerekir? Merhametli akıl yürütme diye geçiyor. Bu da merhametli akıl yürütme. Merhamet duygusu başıboş bırakılması gereken bir duygu değil, güzel bir duygu.” dedi.

Tarhan: “Merhametli insanlar çok kolay kullanılır.”

Merhametli insanların çok kolay kullanıldığını da ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Onun için o durumlarda kişiye merhamet edilir, ama kişi kendi gücünün sınırlarını iyi bilmesi lazım. Kendi haddini bilen, sınırlarını bilen kimse kendine karşı da haksızlık yapmamayı başarır. Kendine karşı haksızlık yapmıyorsa bir insan, o merhameti doğru amaçla, doğru biçimde, doğru şekilde kullanmayı da başarabilir. Aslında merhamet yönetilmesi gereken bir duygu.” diye anlattı.

Prof. Dr. Tarhan, “Güzel bir söz var; ‘İlacı ilaç yapan zehri, zehir yapan dozudur” diye. Merhameti değer yapan, bireye ve topluma faydalı yapan, onun yerini, nesnesini, dozunu, süresini iyi ayarlayabilmek. Hak eden kişilere yapabilmek gerekiyor. Onun için evrensel değerdir merhametli olmak. Evrensel bir değer olduğu için bu evrensel değerleri önce kendimize, sonra çocuklarımıza, yakınlarımıza öğretip bir değer yargısı olarak kullanmamız gerekiyor.” şeklinde anlattı.

Tarhan: “Merhamet zarar veriyor diye düşünmemek gerekir.”

Merhamet duygusu olan kişilerde pozitif enerji olduğunu belirten Prof. Dr. Tarhan, “Bu kişilerin çevresine bakarsınız. Allah dostu insanlar vardır, kurulu düzen istemediği halde insanlar onun etrafında toplanır. Bakarsınız o kişilerin büyük ölçüde en büyük özellikleri merhametlilikle dürüstlüğü birlikte götürmeleridir.” dedi.

Prof. Dr. Tarhan, merhamet yorgunluğu konusuna dikkat çekerek, “Merhamet zarar veriyor diye düşünmemek gerekir. Mesela sürüye giren kurtlara merhamet edilmez, merhamet ederseniz yanlış olur. Merhamet kavramı doğru ama oradaki kurda merhamet ederseniz kötülük yapmış olursunuz. Merhameti yerinde ve zamanında kullanabilmek önemli.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

error: Content is protected !!