CHP Sözcüsü Öztrak, Hükümetin salgında borcu borçla çevirdiğini, sadece vatandaşın değil, ülkenin dış borcunun da rekorlar kırdığını ifade etti.
Ekonomide çok önemli bir kırılganlık göstergesi olan; vatandaşların, reel sektörün ve devletin borçlarının toplamının milli gelire oranının Türkiye tarihinde ilk defa yüzde 125’e ulaştığına dikkat çeken Öztrak, “Gelirimiz artık toplam borcumuzu karşılamıyor. Bu ekonomik iflasın ilamı noktasına geldiğimizi gösteriyor. Korkarım 2021’de en büyük ekonomik sorunumuz ödenemeyen borçlar ve bankaların bozulan aktif kalitesi olacak” diye konuştu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Yeni yılın ilk basın toplantısında hepinizin yeni yılını tekrar kutluyorum. Sağlık, sıhhat dolu bir, mutluluk, başarı dolu bir yeni yıl diliyorum hepinize. Bugün bu yılın ilk Merkez Yönetim Kurulu toplantımızı gerçekleştirdik. Toplantımızın gündeminde, bugün açıklanan enflasyon verileri, milleti gerçekten bunaltan hayat pahalılığı, ağırlaşan ekonomik kriz, kamudaki liyakatsizlik, derinleşen devlet krizi ve bunun sonucunda şuanda içinden geçmekte olduğumuz büyük buhran vardı.
TERÖRÜ LANETLİYORUZ
Hafta sonunda, Somali’de bir Türk firmasına yapılan bombalı terör saldırısında, hayatını kaybedenler oldu. Bu saldırı sonunda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralananlara acil şifalar dileyerek sözlerime başlamak istiyorum. Terör insanlığa karşı bir suçtur. Hiçbir sebep, terörü haklı gösteremez. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, her türlü terör eylemini lanetledik lanetlemeye de devam edeceğiz.
ELAZIĞ’A 30 KİŞİLİK CHP HEYETİ
Bu hafta sonunda Elazığ’da gerçekleşen deprem nedeniyle önce Elazığlılara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Ayrıca geçtiğimiz yıl Elazığ’da bir deprem acısı yaşamıştık. Aradan geçen bir yılda depremzedelerle ilgili alınan önlemleri yerinde incelemek üzere, Genel Başkan Yardımcımız Ali Öztunç başkanlığında, 30 milletvekilimiz bu hafta Elazığ’a hareket edecekler.
SARAY SİYASETİNİN İKİ TEMEL AYAĞI: BORÇ VE NEFRET
2020 yılının son basın toplantısında, 2021 için iyi dileklerde bulunmuş, yeni gelen yılın, sağlığa, umuda, güzelliklere vesile olmasını dilemiştik. Ancak, daha yılın ilk günlerinde, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini gördük. Saray siyasetinin, iki temel ayağının bu yıl da ısrarla sürdürüleceği anlaşıldı. İlki milletin refahını değil borcunu artır. İkincisi, milleti ortadan ikiye böl, böylece borçla, nefretle, kinle, milletin fakirliğini, fukaralığını ve yarın korkusunu yönet.
BU KİN, BU TOPRAKLARIN ÖZ KÜLTÜRÜNE YABANCI
Oysa, bu toprakların hamurunda kin ve nefret yoktur. Bu toprakların hamurunda;
“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus Emre vardır.
“Bağış, kine merhemdir” diyen Mevlana Celalettin Rumi vardır.
“Yolumuz, ilim irfan ve insanlık sevgisi üzeredir” diyen Hacı Bektaş-ı Veli vardır.
“Kalbini, kapını, alnını açık tut” diyen Ahi Evran vardır.
Siyasette mücadele, münakaşa, rekabet tabi ki olur… Ama sonunda; milletin meselelerinin, istişareyle, müzakereyle çözülmesi asıldır. Kin, nefret ve gözü dönmüşlük… Bu topraklara, bu toprakların öz kültürüne yabancıdır.
SARAY ŞİRAZESİNDEN ÇIKTI
Saray, milletin kendisine vereceği notu anketlerde görmeye başladıkça, sandıkta kendisini milletin nereye göndereceğini idrak ettikçe, artık bâb-ı hükümetten, toparlanıp gitme vaktinin geldiğini gördükçe, şirazesinden iyice çıkıyor. Bir Cuma namazı çıkışında dilinin zembereği yine boşaldı. Koltuğunu koruma hırsıyla, milletimizin değerlerini kaşıyıp, kanatarak, partimizde siyaset yapan kadın üyelerimize, yöneticilerimize, kendi partisine oy vermedikleri, kendi partisinde siyaset yapmadıkları için, “Vitrin mankeni” dedi.
TESTİNİN İÇİNDE NE VARSA AĞZINDAN O DÖKÜLÜR
Ne demiş atalarımız; “Testinin içinde ne varsa, ağızdan da o dökülür.” Sarayın kibirlisi, kadınlara yönelik bakış açısını, bundan öncede pek çok defa ifşa etmişti. Biz bu aşağılayıcı dili ilk defa duymuyoruz. Bu ne ilki öyle gözüküyor ki ne de sonuncusu olacak. Oysa bu Cumhuriyet, kadınlara yönelik ayrımcılığı daha baştan reddederek kurulmuştur. Cumhuriyetimiz; “Millet erkek ve kadından oluşur. Mümkün müdür ki, toplumun yarısı toprağa zincirlerle bağlıyken diğer kısmı semaya yükselebilsin?” diyen, büyük bir liderin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kuruldu.
BU KAFAYLA REFORM OLMAZ
Bana oy vermeyen, benim partimde siyaset yapmayan kadın, “Vitrin mankenidir” diyen bu zihniyet şimdi çıkmış, 2021 yılında reform yapacağını söylüyor. Bu kafayla yapılacak reforma da, uygulamaya da kimse inanmaz. Kadın cinayetleri son yıllarda katlanarak arttıysa, nedenleri işte bu barbar zihniyette aranmalıdır. Son 12 yılda, 3 bin 485 kadın cinayete kurban gitti. Şüpheli kadın ölümleri bu rakama dahil değil. Kadını “vitrin mankeni” olarak görenler, bu dışlayıcı dilin sahipleri, kadın cinayetlerini engellemek için tedbir alır mı, alabilir mi? Almadığı gibi, kendi imzaladıkları, kadına, çocuğa yönelik her türlü şiddeti engellemeye dönük esasları içeren, “İstanbul Sözleşmesi’ni” bile tartışmaya açtılar.
GÖNLÜNÜ KIRDIĞI KADINLARDAN ÖZÜR DİLESİN, HELALLİK ALSIN
Biz bir kez daha söyleyelim; kendinize gelin, ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun, barbarlık yapmayın! Hiçbir kadın, vitrin süsü değildir. Kadın, erkek eşittir. Siyaset yapmak, kadının da, erkeğin de herkesin hakkıdır. Biz şimdi Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan, AK Parti Genel Başkanı’nın, Cuma namazı çıkışında gönlünü kırdığı, bu ülkenin tüm kadınlarından, samimi bir özür dilemesini, helallik istemesini bekliyoruz.
SARAY VİTRİNİNDE BUNLAR VAR
Madem Erdoğan “vitrin mankeni” konusunu açtı; o zaman kendi vitrinine bir bakalım. Vitrinlerinin en nadide köşelerinden birinde, yolsuzluktan aklanmamış, “Bakara makara” diyerek yüce kitabımız, Kuran-ı Kerim’in kelamıyla dalga geçmiş bir eski Bakan, şimdi bu ülkenin büyükelçisi olarak arzı endam ediyor. Vitrinlerinin bir başka köşesinde, 17-25 Aralık sonrasında, Pensilvanya’ya gidip FETÖ elebaşıyla görüşen, zaman gazetesinin ortağı olan iş adamı, Katarla anlaşma masasında devlet protokolünde oturtuluyor. Yine vitrinlerinin tam ortasında, Vakıfbank Yönetim Kurulu’na atadıkları sahte diplomalı pehlivan var. Havlusunu da bir dönem, FETÖ kumpaslarının baş savunuculuğunu yapan, bir AK Parti Grup Başkanvekili tutuyor. Vitrinlerinin bir diğer köşesinde, bu milletin iffetli analarına küfredip, milletin vergilerinden, milletin geçmediği tünelin köprünün yolun, uçmadığı havaalanının dolarla, avroyla garantilenmiş ücretini, salgın falan dinlemeden cebe indiren, havuz müteahhitleri oturuyor. Yine vitrinlerde, bilim yuvası olması gereken üniversitelerde, yetkili kurullarda seçilip seçilmediğine bakılmadan liyakati değil sadakati dikkate alarak, rektörlük makamına oturtulan eski milletvekilleri, milletvekili adayları bulunuyor. İşte milletimizin, sizin vitrininizde gördüğü bunlar Sayın Erdoğan. Milletimizin bu vitrine verdiği not da belli, ilk sandıkta size yerinizi gösterecek, bu vitrin değişecek.
BUHRANIN ÜSTÜNÜ ÇAMURLA ÖRTMEYE KALKIYOR
Saray’ın millet için söyleyecek bir sözü, yapacak bir şeyi de kalmadı. Saray çürümüş, metal yorgunu… Şimdi ülkeyi içine düşürdüğü buhranın üstünü rakiplerine çamur atarak örtmeye çalışıyor. Oysa bu milletin gündemi belli: Bu ülkenin insanı işsizlikle boğuşuyor. Yoksullukla boğuşuyor. Pazar tezgâhlarında kalanlardan, günlük rızkını çıkarmaya çalışan yüzbinlerce yurttaşımız var. Çalışıyor göründüğü halde iş başında olmayanlarla beraber, işsizlerimizin sayısı 12 milyonu aşıyor. Gençlerimizin bu ülkede bir hayat kurma umudu her geçen gün biraz daha azalıyor. İşsizler perişan, çalışanlar da yoksulluğun pençesinde. Asgari ücret ortalama ücret olmuş. Millete açlık sınırında yoksulluk sınırının kat kat altında, bir asgari ücret bu saray hükümeti tarafından layık görülmüş.
UCUZ İŞGÜCÜ VAR, BUYURUN
Ülke yabancı yatırımcı için hukukun üstünlüğüyle, teknolojik alt yapısının cazibesiyle bir çekim merkezi olamıyor. 1,5 milyar Avroluk Volkswagen yatırımı ülkeden kaçıyor. Bunu gören Sanayi Bakanı da “Kaybeden Volkswagen olur” diye sarayı teselli ediyor; ama öbür taraftan Cumhurbaşkanlığı’nın Yatırım Ofisi, uluslararası yatırımcıya suna suna, “Uygun maliyetli iş gücümüz var, buyurun” diyor. Çok açık söylüyorum: Bu ülkenin çalışanları, sefalet ücretine mahkûm edilemez.
YOKLUK VE HAYAT PAHALILIĞI YENİ NORMAL
Bu hükümetle yokluk ve hayat pahalılığı olağan hale geldi. Memlekette kuraklık var ama doğalgaz, elektrik, köprü, otoyol, zamlar sağanak oldu milletin başına yağıyor. Elimizi attığımız her yer ateş pahası… Dünyanın en pahalı köprü ve otoyolları bizde… İstanbul’dan İzmir’e uçakla gitmek, İstanbul’dan İzmir’e otoyoldan gitmekten daha ucuz hale geldi. Bugün 2020 enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK’in makyajlı rakamlarına göre; Aralık ayında aylık enflasyon yüzde 1,25 yıllık enflasyon yüzde 14,6 olmuş. Türk Lirasının kur sepeti karşısında yüzde 24 değer kaybettiği, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bilançosunun yüzde 27 büyüdüğü, para arzının yüzde 37 genişlediği bir yılda; enflasyonun yüzde 14,6’da kaldığına inanmak çok zor.
KUL HAKKI YEMENİN DANİSKASI
Bağımsız ekonomistlerden oluşan, Enflasyon Araştırma Grubu Aralık enflasyonunun yüzde 4,1, 2020 enflasyonun ise yüzde 36,7, bir daha tekrarlıyorum yüzde 36,7 olduğunu açıkladı. TÜİK enflasyonuyla, ekonomistlerin hesapladığı enflasyon arasında dağlar var. Şimdi çıkmışlar memura ve memur emeklisine, vere vere yüzde 7,36 zam vereceklermiş. İşçi ve esnaf emeklilerine verdikleri zam ise sadece yüzde 8,36. Buradan açıkça söylüyorum. Bu kul hakkı yemenin daniskasıdır.
BÖYLE İKTİDAR İKİ CİHANDA İFLAH OLMAZ
Bir yandan havuz müteahhitlerine gidecek köprü ücretlerine yüzde 26 zam yapacaksınız onların cebine gidecek köprü ücretlerine. Yine milletin bunlardan geçmemesi halinde bu köprüler ve otoyollar için, vergilerden ödenecek garanti ücretlerini dolara avroya endeksleyeceksiniz. Sonrada memura ve emeklinin maaşına gelince komik zamlar vereceksiniz. Asgari ücreti de 3 bin 100 lira bile yapamayacaksınız. Enflasyon rakamlarını makyajlayarak, milletin çoluğunun çocuğunun rızkına, maaşına el uzatan bir iktidar iki cihanda da iflah olmaz.
ENFLASYON LİGİNDE RAKİPLERİMİZ: LİBERYA, NİJERYA, ETİYOPYA, ZAMBİYA, KONGO
Gerçek enflasyonun yüzde 14,6’dan çok daha yüksek olduğunu, vatandaşlarımız zaten iliklerine kadar hissediyor. Kış aylarındayız. Son bir yılda, kışın mutfakta en çok tüketilen karnabaharın fiyatı yüzde 101, ıspanağın fiyatı yüzde 84, yumurtanın fiyatı yüzde 82, portakalın fiyatı yüzde 71, pırasanın fiyatı yüzde 64 artmış. Ama memura emekliye gelince yüzde 7, yüzde 8 zam… İnsaf nerede kaldı! TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla bile, dünya üzerinde en yüksek enflasyona sahip 15 ülke arasına girdik. Avrupa’daki en yüksek enflasyon da bizde. Enflasyonda aynı ligde yarıştığımız ekonomiler: Liberya, Nijerya, Etiyopya, Zambiya, Kongo… böyle gidiyor. 2020 için açıklanan bu enflasyonla, OVP’nin yüzde 10,5’lik enflasyon tahmini de çökmüş oldu. Hem de öyle böyle değil tahminden yüzde 39 saptı. Şimdi bunun hesabını kim verecek? Peki, bu artık geçersiz olan enflasyon tahminiyle hazırlanan bütçeye kimler inanacak? Kime yön verecek bu bütçe?
KÖTÜ YÖNETİMİN FATURASI: ASKIDA EKMEK
Milletimiz 2021’e; yüksek enflasyonun yanı sıra, düşük büyüme, düşen milli gelir, yüksek cari açık, yüksek dış borç yükü, yüksek bütçe açığı, eksi bakiye veren döviz rezervleri, yüksek faiz ve aşırı dalgalanan döviz kurlarıyla giriyor. Ekonomide kötü yönetimin faturası, askıda ekmek olarak vatandaşımızın sırtına yükleniyor. Yönetenlerin hataları bizim cebimizi boşaltıyor. Kibir tutsakları, Saraylarındaki çalgılı türkülü eğlence masalarından kafalarını kaldırıp vatandaşa baktığında, “sizlere 2 bin 825 TL asgari ücret, sizlere kuru ekmek yeter” diyor. Çünkü milletin sesini duymuyor, halini görmüyor.
GÜNDE 33 TL NEYE YETER?
Şu salgın döneminde, başka ülkelerdeki hükümetler, esnafının arkasında kapı gibi durdular. Esnaf gelir olarak, ciro olarak ne kaybettiyse onu telafi ettiler. Çalışanların ücretlerini, kiralarını devlet üstlendi. Bizdeki Saray hükümeti ise, vatandaşlarımıza destek olmak yerine, faiziyle borç verdi. Aslında biz, bu dönemde yaşananları adeta bir “dünya savaşına” benzetmiştik. “Bütün ülkeler bunu görüp, buna göre hareket ediyor” demiştik. Salgın bittikten sonra, esnaflarımızın o işletmelerin yeniden hızla faaliyete geçebilmeleri için, “Mahrum kaldığı geliri borç olarak değil, doğrudan gelir desteği olarak verin” dedik. En sonunda, o da üç aylığına, esnafa günlük 33 lira destek vermeye razı oldular. Ben buradan soruyorum, günde 33 lira neye yeter? Esnaf bu 33 lirayla elektrik faturasını mı ödesin, gaz faturasını mı ödesin, su faturasını mı ödesin? Yanında çalışanın maaşını mı ödesin? Yoksa daha önce verdiğiniz birikmiş banka borçlarını mı kapatsın? Yandaşa gelince milyarlık vergi afları, vergi istisnaları, esnafa gelince günde 33 lira. O da sadece üç aylığına…
EKONOMİDE İFLASIN İLAMI NOKTASINA GELDİK
Bankalara borçlar almış başını gitti; son bir yılda: Toptan ve perakende ticaretle uğraşan esnafların bankalara kredi borcu yüzde 40 artmış, 400 milyar TL’ye ulaşmış. Otel, restoran, turizmle ilgili tesislerin bankalara olan borcu ise yüzde 50 artmış, 140 milyar TL’yi bulmuş. Vatandaşlarımızın, bireysel ihtiyaçlarını karşılamak için, bankalardan aldığı borçlar ise yüzde 44 artarak 820 milyar TL’ye ulaşmış. Yani pandemide borcu borçla çevirip, taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışmışlar. Sadece vatandaşın borcu değil, ülkenin dış borcu da rekor kırmış. Ama dahası da var. Ekonomide çok önemli bir kırılganlık göstergesi olan; vatandaşların, reel sektörlerin ve devletin borçlarının toplamının milli gelirimize oranı da rekor kırmış. Tarihimizde ilk defa yüzde 125 seviyesine ulaşmış. Gelirimiz artık toplam borcumuzu karşılamıyor. Bu ekonomik iflasın ilamı noktasına geldiğimizi gösteriyor.
2021’İN EN BÜYÜK SORUNU ÖDENEMEYEN BORÇLAR OLACAK
Korkarım 2021’de en büyük ekonomik sorunumuz ödenemeyen borçlar ve bankaların bozulan aktif kalitesi olacak. Bankalarda yakın izlemedeki kredilerin 360 milyar liraya, takipteki alacak bakiyesinin ise 150 milyar lirayı bulduğunu biz söylemiyoruz Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası söylüyor. Yine özellikle kamu bankalarında, takipteki kredilerin olağanüstü bir hızla arttığı, Sayıştay’ın raporlarına dahi yansıyor. Çiftçi can çekişiyor, esnaf can çekişiyor, turizm can çekişiyor, millet can çekişiyor. Sadece bir internet sitesinde bin yedi yüz adet satılık otel ilanı var. Oteller bankaların üzerinde kalmaya başladı. Saray hükümeti ise kendi havasında… Ne milletin işini koruyabiliyor, ne yeni iş imkânları sunabiliyor. Ne de çalışanlarımızı ve emeklilerimizi muhafaza edebiliyor… Eldeki son barutları da geçen yıl tükettiler. Kamu Bankalarının kredi açmaya artık takati yok. Merkez Bankası’nın hini hacette kullanılacak ihtiyat akçelerini de tükettiler. Merkez Bankası kasasındaki 128 milyar dolarlık rezervini buharlaştırdılar. Bunu sorduk, soracağız; bu dövizler kimlere peşkeş çekildi? 128 milyar dolar esnafa gitmedi, gitse hali bu olmaz. Çiftçiye gitmedi, işçiye gitmedi… Peki, bu para nereye gitti? Bu parayı kim verdi? Bunun hesabını kim verecek? Hala bir cevap yok…
80 DARBESİNDEN SONRA İLK KEZ: BOĞAZİÇİ’NE DIŞARIDAN REKTÖR
Platon şöyle diyor: “Bir hekim bedende kötü olanı atar, iyiyi bırakır. Bir zorba ise tam tersini yapar. Devlette iyi olanları atar, kötüleri bırakır.” Saray rejiminde liyakatsizlik, beceriksizlik devleti ahtapotun kolları gibi sarmış vaziyette. Liyakatin yerini, Saraya sadakat aldı. Dışişleri Bakanlığı, Kamu Bankalarının yönetim kurulları, AK Partili mütekait vekillerin arpalığı oldu. Hem de ne arpalık… En son Ziraat Bankasında Yönetim Kurulu üyelerine ait, 3 milyon liralık harcamayı, Sayıştay’dan bile saklamaya cüret etmişler. Bunlar da yetmezmiş gibi, son günlerde üniversitelere de AK Partili kayyumlar atanmaya başlandı. Ülkemizin göz bebeği bilim yuvası Boğaziçi Üniversitesi ayakta… 1980 askeri vesayet rejiminden sonra ilk kez, bu defa da saray vesayet rejiminde, Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan bir rektör atandı. Atanan kim? AK Partili bir milletvekili aday adayı. Biz bu rejime boşuna “tek adam vesayet rejimi” demiyoruz. Atanan kişi hakkında; sahte twitter hesapları açıp, trol gibi davranmasını mı dersiniz. İntihal yani akademik hırsızlık yapmasını mı dersiniz. Akademisyenlikle bağdaşmayacak pek çok iddia ve itham var. Ama geçmiş uygulamalardan biliyoruz ki, Saraya sadakat olduktan sonra, rüşvet yemek, sahte diploma kullanmak, intihal yapmak Sarayın vitrinine yerleşmek için hiçbir engel teşkil etmiyor. Adalet bunun neresinde? Millet soruyor; ahlaki değerler, liyakat ilkesi, akademik özerklik ve bilimsel özgürlükler nerede? Türkiye Küresel Akademik Özgürlük endeksinde, 144 ülke içinde 135. sırada yer alıyorsa, Dünyanın en iyi 100 üniversitesi listesine tek bir üniversitemizi dahi sokamıyorsak, gencecik beyinlerimiz arkasına bile bakmadan yurtdışına kaçıyorsa, nedenleri işte bu zihniyette, bu anlayışta aranmalıdır.
AŞIDA KAFALAR KARIŞIK
Şimdi Çin aşısı 11 Aralık’ta gelecek dediler. Gelemedi. Şu oldu, bu oldu derken, aşının gelmesi Aralık sonunu buldu. Gelen aşılar da bir tek Çin’den. Bir kaynak çeşitlendirmesi yok, ülke çeşitlendirmesi yok. Yerli aşıda Nisan sonuna yetişecek diyorlardı. Şimdi maşallah o tarihi ağızlarına bile almıyorlar. Onun yerine yeni moda Rusya ile ortak aşı üretmekten söz ediliyor. Kafalar çok karışık. Ama bu arada dünyada 50 ülke vatandaşlarını aşılamaya başladı. Aşısız geçen her gün, insani kayıplarımızı daha da artırıyor, canımızı yakıyor. Bu arada mutasyona uğramış virüslerin uğradığı 33 ülkeden biri de ülkemiz oldu. Tabi aşıda geç kalmanın bir de ekonomik maliyeti var. İhracatta, turizmde, rakiplerimiz aşılamada bizden önde koşarsa, elimizdeki pazarları korumamız giderek zorlaşır.
BU İŞ BU KÖHNE YÖNETİMLE OLMUYOR
Artık her tarafı dökülen bu vesayet rejiminin bu ülkeye bir hayrı kalmadığı anlaşılmıştır. Bunu hep beraber yaşayarak gördük. Bu ülke büyük ülke, milletimiz en büyük zorlukların üstesinden gelmiş büyük bir millet… Hiç şüphe yok ki, bu ülkenin vatandaşları, dünyada muasır medeniyetlerin vatandaşlarına sunduğu hizmetlerin çok çok daha üstünde, her şeyin en iyisine, en güzeline layık… Ama bu iş bu yönetimle olmuyor. Çünkü artık köhneleşen, kokuşan, çürüyen metal yorgunu bu hükümetin millete verebileceği hiçbir şey kalmadı. Bunun mevcut iktidarı sevmek ya da sevmemekle alakası yok. Yaşadıklarımız ortada. Bu ülke özellikle son iki yıldır yönetilmiyor, devamlı patinaj çekiyor savruluyor. Biz yarını, salgın sonrası yeni dünyayı, Türkiye’nin yeni normallerde hangi rolleri oynayacağını, üretim teknolojilerini, otomasyon ve istihdam politikalarını Refah Devleti 3.0 tartışmalarını konuşmak durumundayız. Yüzümüzü yarına dönmek zorundayız. Bu ülkenin suni gündemlerle kaybedecek bir dakikası dahi yok. Zaman ve fırsatlar, bu yeni dönemde coşkun bir nehir gibi akıp geçiyor. Türkiye olarak acilen stratejimizi belirlememiz gerekiyor. Adaleti ve demokrasiyi ayağa kaldırmamız, üretim ekonomisini yükseltmemiz, refahı hakça paylaşmamız, ekonomik, mali ve çevresel sürdürülebilirliği sağlayarak hızlı büyümeyi kalıcı kılmamız gerekiyor. Biz bunu yapabiliriz.
2021’DE BU VESAYET REJİMİNDEN SANDIKTA KURTULACAĞIZ
2021; Cumhuriyet Halk Partisi’nin, bu ülkede hakka, hukuka, adalete inanan, demokrasiden yana olanlarla birlikte iktidara yürüyeceği, tek adam vesayet rejimi kâbusundan, sandıkla kurtulacağımız bir yıl olacak. Milletimiz büyük bir sabırsızlıkla beklediği sandıkta, Saray iktidarına ve ortaklarına, notunu verecek, Saray sosyetesini ve yancılarını evlerine gönderecek. Milletimiz hazır, biz hazırız…
YAŞAM
Az önceDÜNYA
21 saat önceGENEL
22 saat öncePOLİTİKA
23 saat önceDÜNYA
24 saat önceEKONOMİ
2 gün önceAKTÜEL
2 gün önce