Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tedbirleri kapsamında videokonferans yöntemiyle ve basına kapalı gerçekleştirilen Parti Meclisi toplantısı öncesinde açıklamalarda bulundu.
Açıklamasında Kılıçdaroğlu :Değerli Parti Meclisi Üyelerimiz, saygıdeğer vatandaşlarımız; bizleri televizyonlarınızın başında izliyorsunuz, radyolarınızdan dinliyorsunuz veya sosyal medya hesaplarından dinliyorsunuz, ben ve Parti Meclisinin bütün üyeleri sizlere en sıcak, en samimi sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.
Çok zor durumda olduğunu biliyoruz Türkiye’nin ama vereceğim rakamlar sakın sizi umutsuzluğa sevk etmesin. Türkiye güçlü bir ülkedir, her şeye rağmen güçlü bir ülkedir, her şeye rağmen umutlu bir ülkedir, her şeye rağmen bu ülkeye gerçek anlamda demokrasinin gelmesi için mücadeleyi hak eden bir ülkedir.
Bu bağlamda, var olan hükümet, saray ve onun beslemeleri Türkiye’yi bir krizin içine sokabilirler, ağır bir ekonomik buhrandan geçmiş olabiliriz ama biz bilinçli olarak bir araya gelerek ülkemizin sorunlarını çözmeye kararlıyız. Dostlarımızla birlikte yapacağız, esnafımızla birlikte yapacağız, işçimizle, köylümüzle, sanayicimizle birlikte yapacağız, sanatçımızla birlikte yapacağız, bizler gibi düşünen politikacılarla birlikte yapacağız. Türkiye gerçek anlamda bölgesinde ve gerçek anlamda dünyada söz sahibi olan bir ülke haline gelecektir. Hiçbir yerden, hiçbir makamdan, hiçbir emperyal gücün sözcüsünden asla talimat almayacaktır. Onurlu bir ülkedir Türkiye; bu onurlu ülkeyi yaşatmak, ayağa kaldırmak da bu ülkede herkesin boynunun borcudur.
Değerli vatandaşlarım, Covid-19 sürecini yaşıyoruz. Dün 57 vatandaşımız daha hayatını kaybetti. Resmi rakamlara göre hayatını kaybeden toplam vatandaşımız 6 bin 730 oldu. Hepsine Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu rakamların gerçek olmadığını, bu rakamların çok daha fazla olduğunu ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, doktorlar da biliyor, hemşireler de biliyor, esnaf da biliyor, vatandaş da biliyor, herkes biliyor. Ama ne olursa olsun bizler mücadelemizi, hak için mücadelemizi, adalet için mücadelemizi, doğruluk için mücadelemizi sürdüreceğiz.
Değerli vatandaşlarım; bir devlet stratejiyle yönetilir, akılla yönetilir, mantıkla yönetilir, bilgiyle yönetilir, erdemle yönetilir, bir devlet yarın sabah ne olacağım kısa aralığıyla yönetilmez. 10 yıl sonra, 20 yıl sonra, 30 yıl sonra bu devlet nereye gidecek, dünya nereye gidecek, Türkiye nereye gidecek, belli bir stratejiyle yönetilir. Bir sorunla karşılaştığınızda o sorunu çözmek için bir strateji belirlersiniz ve o strateji çerçevesinde hareket edersiniz. Dolayısıyla sorunu akılcı, mantıklı yöntemlerle çözmüş olursunuz. Bir salgın var mı? Evet var. Dünyada var mı? Evet var. Nasıl çözülecek bu, nasıl mücadele edeceğiz? Yine akılla, yine mantıkla, yine stratejiyle. Nedir? İki ayaklı. Birincisi ne? Önce bu bulaşmayı engelleyeceksin, bunun önlemlerini alacaksın. Yani Covid-19 mikrobunun, korona virüs mikrobunun bulaşmasını engelleyecek önlemleri alacaksın. Akıl var, mantık var. İkincisi, ne ikinci konu? Eğer hastalık bulaştıysa bütün önlemlere rağmen, onu tedavi edeceksin bu kadar basit. Dünya bunu yapıyor. Biz başlangıçta böyle yola çıktık, şimdi yayılıyor, Covid-19 mikrobu dolayısıyla tedavi için hastaneler tıka basa dolu, yoğun bakımlar tıka basa dolu, yani iş tamamen tersine dönmüş durumda. Bu devletin, ülkenin iyi yönetilmediğini gösteriyor.
Sevgili vatandaşlarım, bu olay ilk ortaya çıktığında, samimi olarak çıktık, hiçbir politik malzeme konusu yapmadan dedik ki, bu sorunu şöyle bir stratejiyle çözebilirsiniz. Bir, önce bir sağlık sorunu çıkacak ortaya, sağlık sorununu, önce mikrobun yaygınlaşmasını engelleyeceksiniz, sonra eğer mikrobun bulaştığı vatandaşlar varsa onları tedavi edeceksiniz. Bunun önlemlerini alacaksınız. Bununla ilgili bir Bilim Kurulu var, son derece doğru. Bilim Kurulunun eksiği ne? Bilim Kurulunun Sözcüsü yok. Her kafadan bir ses çıkıyor. Vatandaş öncelikle bunları büyük bir dikkatle dinledi, sonra bunların kendi aralarında çelişen söylemlerine de tanık oldu.
Değerli arkadaşlarım dedik ki; öncelikle bir sağlık sorunu çıkar, arkasından bir işsizlik gelir, arkasından bir yoksulluk gelir, dolayısıyla bunu engellemek gerekiyor, stratejiyi bunun üzerine inşa etmeniz gerekiyor dedik. Biz bunları dedik, neyin nasıl yapılacağını, nasıl yapılması gerektiğini de çıktık televizyonlara basın toplantısı yaparak bir değil birden fazla tek tek anlattık. Hani şu eleştiri gelse diyeceğim ki gerçekten haksızlık, kardeşim siz muhalefetsiniz, çıkıyorsunuz hep muhalefet yapıyorsunuz.
Bakın sevgili vatandaşlarım; hangi partiden olursa olsun, hangi bölgede olursa olsun, hangi kimlikten, hangi inançtan olursa olsun, bu topraklarda yaşayan vatandaşlar için açık ve net söylüyorum bu süre içinde muhalefet yapmamaya, sürekli doğruları söylemeye, sürekli hükümeti yönlendirmeye, doğru yola yönlendirmeye, vatandaşın yaşadığı sıkıntıları nasıl aşar bunu anlatmaya çalıştık ve özen gösterdik. Bunun için mücadele ettik, bunun için basın toplantıları yaptık, bunun için vatandaşla buluştuk, bunun için sivil toplum örgütleriyle buluştuk, kahvecisiyle buluştuk, servisçisiyle buluştuk, herkesle buluştuk aslında. Dedik ki, sorunu böyle çözersiniz. Ama ne yazık ki bunlar olmadı. Sağlık Bakanı çıktı normal açıklamalar yapıyor her akşam belli bir saatte şu kadar vatandaşımız yakalandı, şu kadar vatandaşımız hayatını kaybetti diye. Başlangıçta güven vermişti ama bir süre sonra Sağlık Bakanı da bütün güveni yitirdi. Neden? Şu cümleyle başladı, “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları ile…” Sayın Cumhurbaşkanı dediğin kişi doktor değil ki onun talimatıyla. Eğer talimatsa Bilim Kurulunun talimatı olacak, görüşse Bilim Kurulunun görüşü olacak. Sen doktorsun, Bilim Kurulundakilerin tamamı doktor, onlar yolu yöntemi size öneriyorlar. Erdoğan ne talimatı veriyor size? Bu talimattan sonra olaylar tamamen güvensiz bir ortama sürüklendi ve devletin saygınlığı büyük yara aldı değerli arkadaşlarım. Bugün vaka sayıları da, ölüm oranı sayıları da gerçeği yansıtmıyor. Bunu herkes ama herkes, bu topraklarda yaşayan herkes gayet net biliyor. Bugün sağlık çalışanları moralsiz, tükenmişlik sendromu yaşadıklarını söylüyorlar. Çünkü virüsün yaygınlaşmaması için gereken önlemlerin alınmadığını, alınan önlemlerin çok yetersiz olduğunu, hastanelerin, yoğun bakımın tıka basa dolu olduğunu dillendiriyorlar. Zaten vatandaşlarımız da bunun çoğu kez tanığı oluyor.
Değerli arkadaşlarım, bu süreçte kim ne derse desin bütün sağlık çalışanlarına yürekten teşekkür etmek benim boynumun borcudur. Bütün sağlık emekçilerine yürekten teşekkür etmek bu ülkede yaşayan her vatandaşın boynunun borcudur. Onlar günün 24 saatinde çalıştılar, onlar evlerine bile gitmediler, onlar çocuklarını bile uzun süre görmediler. Onlar hastayı tedavi edelim derken mikrop kaptılar ve kendi hayatları sona erdi, çoğu sağlık çalışanımız hayatını kaybetti. Böyle bir tablo içerisinde gerçekten de biz toplum olarak bütün sağlık çalışanlarına minnet borçluyuz.
Peki siyaset, siyaset ne yaptı? Elinizi vicdanınıza koyun, gerçekten samimi söylüyorum, her vatandaşım elini vicdanına koysun ve şu sorunun cevabını versin. Allah aşkına 18 yıldır bu ülkeyi yöneten bir siyasi parti -parti demeyim de, bir kişi, 18 yıldır bu ülkeyi yönetiyor- 5 maskeyi dağıtamadılar, 5 maskeyi! Sabah şöyle dağıtılacak, öğleden sonra şöyle dağıtılacak, akşam eczaneler dağıtacak, sabah bilmem kim dağıtacak diye kararlar aldılar. 5 maskeyi dağıtamayan bir siyasal iktidarın Türkiye’yi bu buhrandan çıkarmasına imkan yoktur değerli arkadaşlar. Sonra bunlar çıktılar ekonomide neler yapacaklarını anlattılar. Topladılar, bakanlar toplandı, bazı işadamları oraya geldi, Sayın Erdoğan çıktı kürsüye ekonomide neler yapılacağını anlattı. Bu pandemi sürecini aşmak için yaptıkları, önerdikleri işlerden birisi şu, efendim uçak biletlerindeki yüzde 18 olan KDV oranını yüzde 1’e indireceğiz, vatandaşıma müjde. Allah aşkına bunun salgınla ne ilgisi var? Sonra aynı Erdoğan çıktı, karar aldılar, uçakla seyahat yasak. Böyle bir devlet yönetimi dünyanın hangi ülkesinde görülür? Böyle bir devlet yönetimi ülkenin sorunlarını çözebilir mi? Saraydan Türkiye farklı mı görülüyor? Caddeden, sokaktan, köyden, kırdan Türkiye farklı mı görünüyor? Bu kadar kısır, bu kadar öngörüsüz, bu kadar basiretsiz bir yönetim Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilktir, böyle bir yönetim hiç gelmemiştir.
Değerli arkadaşlarım, 18 yıldır yönetiyorlar. Yine kendilerine söyledik, sorun çıkacak mı? Evet çıkacak. Sorun çözülmesi gerekiyor mu? Evet çözülmesi gerekiyor. Sorunu nasıl çözeceğiz? Önce sorunu öğreneceksin ondan sonra çözüm için oturup konuşacaksın. Sorun belli mi? Belli. Peki nasıl çözülecek? Sorunu yaşayanları çağır dedim, sorunu yaşayanlardan bir dinle dedim. Bu sorunu nasıl yaşıyorlar; nedir kahvecinin sorunu, nedir esnafın sorunu, nedir şoförün sorunu, nedir sanayicinin sorunu, nedir ihracatçısın, ithalatçının sorunu, nedir okulların sorunu, öğretmenlerin sorunu, nedir çiftçinin sorunu, tarımcının sorunu, çağır dedik. Emeklinin sorunu nedir çağır dedik. Bunun adı Ekonomik Sosyal Konsey, anayasal kurum, anayasada yazıyor Ekonomik Sosyal Konsey. Çağır kardeşim bunları, deyin ki; sizin derdiniz nedir biz dinlemek istiyoruz. Topla bakanlarını, de ki; Türkiye ciddi bir sorunla karşı karşıya, siz sorun yaşıyorsunuz, biz de çözmekle görevlendirilmiş kişileriz, anlatın sorunlarınızı biz de çözümlerimizi anlatalım. Bu sorun nasıl aşılır, oturun anlaşın. Bunu söyledim mi? Söyledim. Peki yaptın mı? Yapmadın. Neden? Sarayın kibri elvermiyor. Herkesi küçük görüyorlar, herkesi kendi köleleri olarak görüyorlar. Ben talimat veririm, onlar yapar diye o mantıkta bakıyorlar. Bu mantıkla siz yaklaştığınızda ülkeyi felakete sürüklersiniz. Bir daha söylüyorum, bu mantıkla yönetilmez, bu mantıkla ancak bir ülke felakete sürüklenir.
Değerli arkadaşlarım, bir şey daha ifade edeyim, bunlar yatsınlar kalksınlar Cumhuriyet Halk Partili belediyelere dua etsinler. Eğer bu ülkede bir infial yoksa nedeni Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin hiçbir ayrım yapmadan herkese hizmet götürmeleridir, yoksulun elinden tutmalarıdır, maskeleri Türkiye’nin bütün coğrafyasına dağıtmalarıdır. Bütün engellemelere rağmen yaptılar bunu. Düşünün; belediye güzel hizmet veriyor, vatandaş belediyeye katkıda bulunmak istiyor para veriyor, o paraya bile el koydular bunlar. Bunların ne bu dünyada ne de öbür dünyada vallahi de billahi de yatacak yerleri yoktur. Böyle bir devlet yönetimi olabilir mi? Vatandaşa hizmet edemiyorsun, yapamıyorsun, ben yapamıyorsam sen de yapmayacaksın diyor. Ama o beldeden sorumlu o belediye başkanı. O beldeyi yönetiyor o belediye başkanı. Ona hizmet etmek zorunda. O belde de hiçbir çocuğun yatağa aç girmeyeceğini taahhüt etti o belediye başkanı. Buna bile izin vermediler.
Ve bugün geldiğimiz nokta sevgili vatandaşlarım, 10 milyonu aşkın işsizimiz var, Cumhuriyet tarihinde rekordur. 10 milyon işsiz sayısı, yoksulluk? On binlerce çocuk yatağa aç giriyor bu ülkede. Çöp konteynırları iyi ki var arkadaşlar. Sevgili vatandaşlarım diyecek ki, bu da laf mı Allah aşkına, çöp konteynırları iyi ki var denir mi? Çöp konteynırlarından bugün on binler geçiniyor. Oradan yiyecek topluyorlar, oradan kağıt topluyorlar, oradan meyve topluyorlar, on binlerce kişi geçiniyor. 21.yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum. 18 yıldır bu ülkeyi kesintisiz tek başına yöneten bir kişinin yönetiminden söz ediyorum ben. Hala ortaya çıkmış afrayla, tafrayla konuşuyorlar. Şu tabloyu görüyor musunuz? Bakınız; zeytinyağı, üzerinde alarm var mağazada çalınmasın diye. Çocuklar için mama, alarm takılmış çalınmasın diye. Bir kişi, Türkiye Cumhuriyetinde bir kişi, herhangi bir vatandaş çocuk mamasını niye çalar Allah aşkına, zeytinyağını niye çalar mağazadan? Çocuğu açtır da onun için. Türkiye’yi bu tabloyla karşı karşıya getiren kim? Cumhuriyet Halk Partisi mi? 18 yıldır bu ülkeyi yöneten kim? Cumhuriyet Halk Partisi mi? Her vatandaşımın, özellikle AK Partili vatandaşlarımın, özellikle milliyetçi vatandaşlarımın -sarayın bekçiliğin yapanlara itibar etmeyin- herkesin oturup düşünmesi lazım. Türkiye bu tabloyu hak etmiyor. Eğer bir kişi çocuğunu beslemek için mağazadan mama çalmaya kalkıyorsa, Türkiye bu noktaya gelmişse herkesin oturup düşünmesi lazım.
Değerli arkadaşlarım, hala akıllarını başlarına almış değiller. Bakın, bütün bu tabloya rağmen hala akıllarını başlarına almış değiller. Ekonomik buhran giderek derinleşiyor. Çalışırken 5 bin lira, 6 bin lira, 10 bin lira alan kişi ücretsiz izne ayrıldı, buna şimdi 1.168 lira veriliyor. Aylık mı? Evet, 1.168 lira aylık veriliyor, günde 39 lira. Bu 1.168 lirayla bu kira ödeyecek, çocuğunu okula gönderecek, dolmuşa binecek, belediye otobüsüne binecek, evine ekmek getirecek 1.168 lirayla. Erdoğan’a sormak isterim, senin sarayında ve senin beslemelerinin hanelerinde, saraylarında 1.168 lirayla çalışan var mı? Devletin arpalıklarında 5 bin lira, 10 bin lira, 30 bin lira, 40 bin lira, 50 bin lira üstelik tek değil birden fazla yerden aylık alanlar varken sen 1.168 liraya yüzbinleri mahkum ediyorsun. Sonra da kalkıyorsun efendim Türkiye güçlüdür. Sen güçlüsün sen, sen güçlüsün! Yargıyı arkana aldın, parlamentoyu arkana aldın, birisi ses çıkardığı zaman kafasına vuruyorsun, eğer ses çıkarmaya devam ediyorsa yakalayıp hapse atıyorsun. Gücünü buradan alıyorsun. Ama bu güç geçicidir. Bu millet sana gösterecek, demokratik yollardan gösterecek, sandıkla gösterecek. Sandığa gidecek ve seni yolcu edecek kardeşim. Bu milletin yakasından seni düşürecek.
Bakınız, Türkiye borç batağında. Durumumuz iyi diyorlar ne iyisi, milleti mi kandırıyorsun sen? Resmi rakamları açıklayacağım, bütün vatandaşlarım büyük bir dikkatle dinlesinler. Türkiye borç batağında. Türkiye saray ve beslemelerinin çiftliği gibi yönetiliyor. Evet, Türkiye sarayın ve beslemelerinin çiftliği gibi yönetiliyor. Ben istediğim gibi yaparım diyor, istediğim gibi yönetirim diyor, kimse bana hesap soramaz diyor. Ben güçlüyüm diyor. Sen güçlü değilsin, güçlü insan akılla hareket eder, gücünü toplum için harcar, gücünü konteynırlarda çöp toplayan, gıda maddesi toplayan, geçimini sağlayan insanların refahı için harcar. Güç kontrolsüz olduğu zaman güç olmaktan çıkar. Gücü adaletle pekiştirdiğiniz zaman gerçek anlamda güç olur, öbür türlü zulme dönüşür ve bugün de Erdoğan’ın 83 milyona yaptığı zulümdür.
Bakınız, son 12 ayda 171 milyar dolar borç ödenecek. Yani önümüzdeki 12 ayda 171 milyar dolar borç ödenecek. 171 milyar dolar borç ödemek için borçlanmak zorundalar başka çareleri yok. Nereden bulacaklar parayı? Borçlanacaklar. Yani borç ödemek için yeniden borçlanmak zorundalar. Bu yılın ilk 7 ayında; Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, ilk 7 ayında bütçe açığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütçe açığı 139 milyar Türk lirası. Olmayan para harcanmış, 139 milyar Türk lirası, Cumhuriyet tarihinin en büyük açığı, bu bütçe açığını kapatmak için de borçlanacaklar. Başka? Yine geçen 7 ayda yani Ocak’la Temmuz arasında 80 milyar lira faiz ödendi. Faizi ödemek için de borçlanacaklar. Anaparayı ödemek için borçlanıyorsun, faizi ödemek için borçlanıyorsun, bütçe açığını kapatmak için borçlanıyorsun. Sonuç? Borç alan emir alır. Alıyor mu? Kesinlikle emir alıyor. Trump’ın bir dediğini asla iki yapamaz. Borçlanmak zorundadır, talimatı oradan almak zorundadır. Papazı nasıl bıraktı? Bir talimatla papazı bıraktı. Bırakmasa, bak senin malvarlığını incelerim ha diyor, dünyadaki malvarlığını incelerim diyor. Ben bunu söylediğimde benim aleyhime tazminat davası açıyor. Söyleyen Trump, niye Trump aleyhine bir dava açmıyorsun? Açamaz. Bir daha söylüyorum, açamaz, gücü yetmez, korkar çünkü. Bankalardaki toplam mevduatın, şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devletindeki bankalardaki toplam mevduatın geçen hafta yüzde 53’ü dolardı, bu hafta yüzde 56.8’i dolar oldu. Yani vatandaşların toplam mevduatının yüzde 56.8’i dolar cinsinden. Bu ne demektir? Parası olanlar bu hükümete güvenmiyor, Türk lirasını tutmuyor. Bunların yerli ve milli söyleminin ne kadar yapay olduğu, ne kadar temelsiz olduğu bu rakamlardan ortaya çıkıyor. Düşünün, bir ülkede, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayan vatandaşlar birikimlerini bankada tutuyorlar ama tutarken Türk lirası olarak değil döviz olarak tutuyorlar.
Değerli arkadaşlarım, 19 ayda dolar, 7 lirayı aşmasın diye 105 milyar dolar para sattılar, dolar 7 lirayı aşmasın diye. 105 milyar doları kim aldı? Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan yani 83 milyon vatandaştan kim aldı bu 105 milyar doları, kimler aldı? Bir avuç dolar lobisi elemanı aldı, aktörü aldı ve bunların tamamı köşeyi döndüler.
Değerli arkadaşlarım, kamu bankalarının döviz açığı yani devlet bankalarının döviz açığı 5 Eylül itibariyle 4 milyar 800 milyon lira. Daha acı bir şey söyleyeyim, özellikle AK Partiye oy veren değerli vatandaşlarıma hitap ederek bunu söyleyeyim, Rus doğalgazını biz 190 dolardan alıyoruz. Doğru değilse Erdoğan desin ki, Kılıçdaroğlu doğruyu söylemiyor. Rus doğalgazını biz 190 dolardan alıyoruz, Avrupalı aynı doğalgazı 60 dolardan alıyor. Vatandaşa sonuçta 250 dolara satıyoruz. Avrupalı 60 dolardan alıyor. Şimdi sormak isterim, bu mudur memleketin iyi hali, bu mudur düzelen Türkiye? Şimdi vatandaşlarım şu soruyu sormalılar, sormak zorundalar, sormazlarsa ülkeye, ülkenin geleceğine sağlıklı katkıda bulunmazlar. Dolayısıyla şu soruyu sormak zorundalar: 18 yılda memleketi kim bu hale getirdi? Cumhuriyet Halk Partisi mi getirdi, İYİ Parti mi getirdi, Saadet Partisi mi getirdi, Demokrat Parti mi getirdi, HDP mi getirdi, kim getirdi? 18 yılda memleketi bu hale kim getirdi? Türkiye Cumhuriyetini bir borç batağına kim soktu? Bu paralar nereye gitti, kim kullandı bu paraları? Bunun cevabını bekliyoruz. Ve icra dairelerindeki dosya sayısı, 4 Eylül 2020 tarihi itibariyle icra dairelerindeki dosya sayısı 22 milyon 887 bine yükseldi.
Evet, şimdi herkesin huzurunda, 83 milyonun huzurunda Erdoğan’a ve damadına şu soruyu soruyorum: Türkiye’yi bu ekonomik buhrandan nasıl çıkaracağını, çık milletin önüne madde madde açıkla. Madde bir şunu yapacağım, madde iki şunu yapacağım, madde üç şunu yapacağım diye açıkla. Açıklayamıyorsan bana şunu söyle, Ey Kılıçdaroğlu ben açıklamadım, sen açıkla. Ben açıklayacağım. Çünkü ben memleketimi seviyorum, ben vatandaşımı seviyorum, ben ülkemi seviyorum, ben Türkiye’nin büyümesini istiyorum. Ben hiçbir evde hiçbir çocuk yatağa aç girmesin istiyorum. Ben bu memlekette huzur istiyorum. Ben bunları açıkladım, yine açıklarım, üstelik sana 2018’den bu yana yol gösteriyorum şunu yap, şunu yap, şunu yap diye. Ama bunların hiçbirisi olmadı. Şimdi kalkmışsın millete maval okuyorsun, efendim Türkiye’yi şöyle yapacağız, Türkiye’yi böyle yapacağız. Tablo bu işte, fotoğraf bu! Hepsi gerçek, hepsi senin rakamların, senin yayınladığın rakamlar bunlar.
Bu arada kamu sigorta şirketlerini de Türkiye Varlık Fonuna devrettiler. Ne demek Türkiye Varlık Fonu? Paralel hazine. Niye paralel hazine? Öbür hazineyi Sayıştay denetliyor ama Türkiye Varlık Fonunu Sayıştay denetleyemiyor, denetimsiz. Milyarlar burada ama denetlemeyecek. Kim? TBMM de denetlemeyecek, Sayıştay da denetlemeyecek, milletvekilleri denetlemeyecek. Burayla ilgili hiçbir bilgi hiç kimseye verilmeyecek. Tam bir çiftlik; Erdoğan ailesinin ve yakınlarının, damadının ve beslemelerinin çiftliği, istedikleri gibi kullanıyorlar, istedikleri gibi yiyorlar, istedikleri gibi harcıyorlar.
Sorumu tekrar söyleyeyim; sevgili Erdoğan, saygıdeğer Erdoğan, Türkiye’yi bu buhrandan nasıl çıkaracağını çık milletin önüne madde madde; madde bir, madde iki, madde üç, madde dört diye açıkla. Ben bunu bekliyorum, vatandaş da bekliyor, hepimiz bekliyoruz. Kahveci bunu bekliyor, şoför bunu bekliyor, sanayici bunu bekliyor, çiftçi bunu bekliyor, emekli bunu bekliyor, işçi bunu bekliyor, işsiz de bekliyor, kadınlar da bekliyor, erkekler de bekliyor, çocuklar da bekliyor. Bu buhrana sen soktun, bu buhrandan Türkiye’yi nasıl çıkaracağını çık millete anlat, ben bunu bekliyorum.
Parti Meclisimizin saygıdeğer üyeleri, değerli vatandaşlarım; yarın İstanbul Çağlayan Adliyesinde önemli bir dava görüşülecek. Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Hülya Kılınç yargılanacaklar. Efendim bunların suçu Libya’da şehit olan bir MİT mensubumuzun kimliğinin açıklanması. Bu kimlik çok önceden zaten açıklandı, biliniyordu zaten. Erdoğan bir MİT mensubunun şehit olduğunu önce kendisi söyledi, bir milletvekili mecliste basın toplantısı yaptı, definin yapılacağı yerin muhtarı sosyal medyadan çağrı yaptı, bazı internet siteleri bunu zaten yayınladılar ve bunu Oda TV’de haber olarak yayınladı. Oda TV’ye karşı, bu internet sitesine karşı Erdoğan’ın özel bir alerjisi var. Çünkü çok sayıda vatandaş milyonlarca kişi bu internet sitesine girip oradan bilgi alıyorlar. Her görüşten insan, her siyasal görüşten insan buraya girip buradan bilgi alıyor okuyor beğenir veya beğenmez o ayrı bir şey. Ama haber konusunda, haberin sunuşu konusunda Türkiye’de en önemli internet sitelerinden birisiydi. Erdoğan açıklıyor suç değil, milletvekili açıklıyor suç değil, muhtar açıklıyor suç değil, bazı internet sitelerinde bu haber yer alıyor suç değil ama Oda TV’de yayınlanınca suç. Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç boşu boşuna şu anda hapiste yatıyor.
Şunu söylemek isterim saygıdeğer vatandaşlarım; bir MİT mensubunun Libya’da şehit edilmesi, şehit olması elbette ki hepimizin yüreğini dağlar, elbette ki şehitlere saygımız sonsuzdur. Elbette ki, MİT mensuplarının kendine özgü, o dünyanın kendine özgü gizliliği vardır. Ama bunu ifşa eden başta kimdir? Erdoğan’dır. Erdoğan’ın suçu sadece bununla mı sınırlı? Hayır efendim. Devletin en mahrem bilgilerini, Kozmik Odayı terör örgütüne açan Erdoğan’dır, devletin bütün bilgilerini yabancı servislere gitmesini sağlayan da Erdoğan’dır. Kozmik Odayı açan, devletin bütün sırlarını terör örgütüne veren kişinin hiçbir suçu yok ama bir MİT mensubunun kimliği açıklandı diye gazeteciler hapiste. Olmaz bu. Aynı zamanda Oda TV 187 gündür kapalı, yasaklı. Niçin? Hangi yasaya göre yapılıyor bu? Hiçbir yasa yok. Yasaklayan hiçbir yasa yok. Hiçbir yasa maddesi de yok. Tamamen kanunsuz, tamamen Erdoğan’ın talimatı üzerine yapılıyor bunlar değerli arkadaşlarım. Tutukluluk nedenleri ne? Efendim kaçma şüpheleriymiş. Bunlar arandıklarında zaten kendileri gittiler, niye kaçsınlar ki? Suçlular kaçar, bunlar suçlu değil ki.
Değerli arkadaşlarım, Müyesser Yıldız, o da Ankara’da hapishanede. Tutuklama gerekçesi devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak. Ama işin garip tarafı şu, devletin gizli kalması gereken bilgilerini işlediği yazı hala internet sitelerinde var. Yani gizliyse bunların kaldırılması lazımdı, gizli değil, ortada gizli bir şey yok zaten. Ve işin garip tarafı Müyesser Yıldız’ın hala ve hala iddianamesi hazırlanmıyor, hakimin önüne çıkamıyor. Niye iddianame hazırlanmıyor? Trump’ın mı telefon etmesi lazım, Merkel’in mi telefon etmesi lazım? Bir gecede kimin iddianamesinin hazırlandığı, ertesi gün kimin yargılandığı ve aynı gün Almanya’dan gelen uçağa bindirilip nasıl gönderildiğini herkes biliyor Türkiye’de. Emperyal güçler talimat verdiğinde, Erdoğan esas duruşa geçiyor. Bir de yasaların önünde esas duruşa geç, ahlakın önünde, erdemin önünde, adaletin önünde esas duruşa geç! İnsanları neden hapse atıyorsun, neden hapiste tutuyorsun? Aynı şekilde onun emirlerinin dışına çıkmayan, yani Erdoğan’ın emirlerinin dışına çıkmayan, verdiği her emrin gereğini yaparız diyen RTÜK de, Tele1’e 5 gün ekran karartma cezası verdi. İlk kez bir televizyon kanalına 5 gün kapatma cezası veriliyor. Tele1’in günahı ne, kusuru ne, suçu ne? Büyük bir suçu var kabul edelim, gerçekleri halka anlatmak, gerçekleri halka sunmak. Gerçeklere tahammül edemiyorlar, gerçeklerden korkuyorlar. Gerçeklere tahammül edemedikleri için en iyisi ekranı karartalım. Kimin gücüyle? RTÜK’ün gücüyle. Orada AK Partililer ve sarayın bekçiliğini yapan bir partinin taraftarları var. Onların aracılığıyla baskı kuruluyor.
Aynı şekilde, Osman Kavala niye içerde? Bir sefer beraat etmiş, yine içerde. Tahliye kararı iki sefer verilmiş, yine içerde. AİHM hak ihlali var diyor bu dosyada, bu işte hak ihlali var diyor, yine içerde. Niye içerde? Erdoğan istedi diye.
Selahattin Demirtaş, AİHM diyor ki tutuklu siyasi, tahliye edilmesi lazım diyor, karar veriyor. Anayasaya göre de o kararın yani AHİM kararlarının iç hukuka üstünlüğü var, uygulanması lazım. Erdoğan diyor ki, uygulamayın içerde kalsın. Niçin? Selahattin Demirtaş bana dedi ki, seni başkan yaptırmayacağız. Madem sen beni yaptırmayacaksın o zaman içerde kalacaksın.
Sanıyor ki, Osman Kavala da, Selahattin Demirtaş da ben ettim sen etme diyecekler. Asla demezler, asla! Niye desinler, hangi gerekçeyle desinler? Şunu rahatlıkla ifade edeyim; haksız yere içerde tutulanlar, içerde kaldıkları süreyi göğüslerinde hep bir şeref madalyası olarak taşıyacaklardır. Adaletsizliğe karşı en büyük mücadeleyi bedel ödeyerek biz yerine getirdik diyeceklerdir. Bunu da hiç kimsenin unutmaması gerekiyor. Tabi bu olunca ne oluyor, bütün bunlar olunca? Devlette çürüme dediğimiz bir olay çıkıyor ortaya. Devlette çürüme var. Çürüyor devlet. İçten içe çürüyen bir devlet yapısı var. Hiç aklınıza gelir miydi, iki memur suçlu, Resmi Gazeteye ilan vererek devlet arıyor, düşünebiliyor musunuz siz? 21.yüzyılın Türkiye’sinde suçlu memuru bulmak için gazeteye ilan veriyoruz; bunlar memur, maaşlarını alıyor, aylıklarını alıyorlar, bankadan alıyorlar. Hangi günlere kaldık, nasıl bir devlet yönetimidir bu? Çünkü büyük bir ihtimalle bunlara dokunmayın talimatı verildi. Sayıştay da mecburen Resmi Gazeteye ilan vererek bu iki kişiyi arıyor.
Yine aynı şekilde Kızılay denen bir kurumumuz var değil mi bizim? Fakirin, fukaranın, zor durumda kalanların yardımcısı olacak olan kurum Kızılay. Hepimizin bir dönem şanla, şerefle baktığımız Kızılay. Kurban bayramında kurban kabul ediyor, kestiği kurbanları kavurma haline getiriyor fakir fukaraya dağıtmak için. Sonra bir bakıyoruz ki, o fakir fukaraya dağıtılması gereken kurban etleri AK Parti milletvekilinin otelinin lokantasında çıkıyor, otelinde çıkıyor. Şu hale bakın Allah aşkına, şu devletteki çürümüşlüğe bakın! İnsanda biraz utanma olur, insanda biraz ahlak olur, insanda biraz edep olur, fakir fukaraya verilecek olan kavurmayı nasıl alıyorsun da kendi otelinde müşteriye ikram ediyorsun, oradan ne kazanacaksın? Zehir zıkkım olsun! Ben bunu söylemeyim de kim söylesin Allah aşkına? Her türlü baskı yapılıyor. Biliyorum ben bu gerçekleri söyledim diye çok kızacak. Kızsın efendim kızsın, söyleyeceğiz. Gerçekleri sonuna kadar söyleyeceğiz, sonuna kadar anlatacağız, Mısır’daki Sağır Sultan duyuncaya kadar.
Bütün bunları anlattım diye kimse umutsuzluğa kapılmasın, kimse. Kimsenin umutsuzluğa kapılma hakkı yoktur. En zor koşullarda Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları bütün zorlukları aşmasını bilmişlerdir.
Kurultayımızda İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesini açıkladık, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına. İkinci yüzyılda Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracağız. İlk seçimlerde demokrasiden yana olanlar, totaliter baskıcı rejime karşı olanlar, hangi kimlikten, hangi inançtan ve hangi siyasi görüşten olursa olsun eğer demokrasiyi savunuyorsa totaliter rejime hep birlikte dur diyeceğiz ve demokrasiyi getireceğiz. İlkelerimiz ne olacak? İlkelerimiz yazılı olacak, ilkelerimizi kamuoyuyla paylaşacağız, ilkeler üzerinden hareket edeceğiz. Hiçbir ayrım yapmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden bu coğrafyadaki herkesi kucaklayarak Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağız. Nasıl mı aşılır bütün bunlar? Ben madde madde açıklamıştım. Üç veya dört toplantıda açıklamıştım. Arzu eden vatandaşlarıma o maddeleri tekrar ama tekrar bana adreslerini verirlerse o adreslere de gönderirim. Önümüzdeki günlerde bunları da bütün ayrıntılarıyla anlatmaya devam edeceğiz.
Dolayısıyla bütün bunları dostlarımızla birlikte, işçimizle, çiftçimizle, memurumuzla, emeklimizle, işsizimizle, kadınımızla, erkeğimizle hep birlikte yapacağız. Bu ülkede huzur istiyoruz, bu ülkede beraberlik, birlikte yaşamak istiyoruz. Bu ülkede herkesin karnı doysun istiyoruz. Bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmesin istiyoruz. Bunları yapacağız, yapacağıma da söz veriyorum. Bütün milletime söz veriyorum.
TARIM VE HAYVANCILIK
5 saat önceDÜNYA
6 saat önceGÜNDEM
10 saat öncePOLİTİKA
11 saat önceEKONOMİ
11 saat önceGÜNDEM
11 saat önceBÖLGE
11 saat önce