Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclisin 27. Dönem 4. Yasama Yılı’nın açılışı dolayısıyla TBMM Genel Kurulu’nda, milletvekillerine hitap etti.
Yaptığı konuşmada küresel dünyanın sorunlarına da değinen Erdoğan” son dönemde her yılımızı, geçmişte on yıllar boyunca yaşanan gelişmelere ve daha fazlasına şahit olduğumuz bir kesafette geçiyoruz.” ifadesini kullandı.
TBMM’nin yeni yasama yılının hayırlı olmasını temenni eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, açılışından bugüne Büyük Millet Meclisi’nin üyesi sıfatıyla Türkiye’ye hizmet eden tüm milletvekillerini saygıyla andığını söyledi. Erdoğan, bir asırdır bu çatı altında görev yapan milletvekillerinden dar-ı bekaya irtihal edenlere Allah’tan rahmet, hayatta bulunanlara sağlık ve afiyet diledi.
Meclisin ilk Başkanı ve Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Türkiye’nin gelişip kalkınmasında emeği geçen herkese şükranlarını sunan Erdoğan, “Bin yıldır üzerinde yaşadığımız bu toprakların vatan haline dönüştürülmesi için cansiperane mücadele veren aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle, minnetle, hürmetle anıyorum. Halen sınırlarımız içinde ve dışında bu mücadeleyi sürdüren güvenlik ve istihbarat güçlerimize başarılar temenni ediyor, Rabb’im hepsini muhafaza etsin, muzaffer eylesin diyorum. Bu mücadelenin kıyamete kadar süreceğini bilerek daima hazırlıklı, daima güçlü, daima tedbirli olacağız.” dedi.
Cumhuriyetin 100’üncü, İstanbul’un Fethi’nin 600’üncü, Malazgirt Zaferi’nin 1000’inci yılı gibi sembolik yıl dönümlerine, ecdadın maddi ve manevi mirasını yaşatmak için önem verdiklerini anlatan Erdoğan, “Tarihimizi ne kadar iyi bilir, ona ne kadar iyi sahip çıkarsak, geleceğimize o derece güvenle bakabiliriz. Tüm adımlarımızı işte bu anlayışla atıyoruz. Henüz birkaç asırlık geçmişe sahip toplulukların ve devletlerin kendilerine köklü tarihler uydurma gayretlerinin gerisinde işte bu hakikat vardır.” diye konuştu.
Türkiye’nin, gerisinde, kesintisiz ve çok geniş bir coğrafyaya yayılan, 2 bin 200 yılı aşkın devlet geleneği olan dünyadaki nadir ülkelerden olduğuna dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:
“Böyle bir ülke, kökü de geleneği de ahlakı da olmayan, gücünü sömürgecilikten ve açgözlülükten alan devletlerle aynı yöntemleri kullanamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisimizin yasama alanında temsilcisi olduğu kadim ve asil duruş, evlatlarımıza bırakacağımız en kıymetli hazinedir. Ülkemizin terörle mücadelesinde ve uluslararası alanda haklarını koruma gayretlerinde net tutum sergileyen Meclisimizin tüm mensuplarına şükranlarımı sunuyorum. Aynı şekilde Kıbrıs ve Azerbaycan Türklerinden Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya kadar her yerde kardeşlerimize samimi destek veren Meclisimiz, milletimizle birlikte tüm dostlarımızın da umut kaynağı olduğunu göstermiştir.”
Büyük Millet Meclisinin dualarla, tekbirlerle, heyecanla, coşkuyla açılışının 100. yıl dönüme işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Koronavirüs salgınının yayılma günlerine denk gelmesi sebebiyle bu önemli yıl dönümünü, maalesef arzu ettiğimiz görkemde kutlayamadık. İnşallah Cumhuriyetimizin 100’üncü kuruluş yıl dönümünü, hedeflerimize de ulaşmış olarak, şanına layık kutlamalarla karşılayacağız.
Bizim Meclisimiz herhangi bir Meclis değildir. Burası, ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.’ ilkesiyle milli iradenin tecelligahı olmuş yerdir. Burası, ‘Ya istiklal ya ölüm.’ şiarıyla ülkemizin İstiklal Harbi’ni bizzat yönetmiş gazi bir Meclistir. Burası, ‘Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.’ meydan okuyuşuyla istiklaline ve istikbaline sahip çıkan bir milletin, evidir. Burası, coğrafyamızdaki son sığınağımız Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Meclistir. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçmesiyle başlayan demokratik dönüşümler de hep TBMM tarafından gerçekleştirilmiştir. Nice darbelere ve darbe girişimlerine, muhtıralara, vesayetin sinsi oyunlarına rağmen bu kutlu çatı, daima temsilcisi olduğu milletin onurunu korumuştur. Elbette burada hatırlamak istemediğimiz kimi müessif hadiseler de yaşanmıştır. Ama bu durum, Meclisimizin temsil ettiği değerlerin yüceliğine halel getirmez.
Özellikle 15 Temmuz gecesi bu Meclis’in ortaya koyduğu cesur ve kararlı duruş, dünya demokrasi tarihine geçmiştir. Türkiye’yi demokrasiye bedel ödemeden sahip olmuş bir ülke diye itham edenler, umarız 15 Temmuz gecesi bu bühtanlarından dolayı utanç duymuşlardır. Milletimizin yaşadığı veya savuşturduğu her sıkıntının ardından milli iradenin tecelligahı olan Meclisimiz, üstlendiği sorumluluğun gereğini yerine getirmeyi bilmiştir. Ülkemizin elde ettiği tüm kazanımlarda en büyük pay sahibi Meclisimizdir. Sadece son 18 yılda bu çatı altında gerçekleştirilen reformlar, yapılan düzenlemeler, alınan kararlar, sergilenen takdire şayan tutumlar özellikle hayranlık verici bir başarı hikayesidir. İnşallah önümüzdeki dönemde Meclisimiz, çok daha büyük başarılarla tarih yazmayı sürdürecektir.”
Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşma yolculuğunda, Meclis’e düşen daha çok görevler olduğuna dikkati çeken Erdoğan, şunları kaydetti:
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, diğer kurumlarımız gibi Meclisimizin de kendi alanına yoğunlaşabilmesine imkan sağlamıştır. Elbette böylesine köklü yönetim sistemi değişikliklerinin ideal uygulama seviyesine gelmesi vakit alacaktır. Eski alışkanlıklarla yeni bir sistemi sürdürmenin zorluklarını her alanda yaşıyoruz. Ama her geçen gün yasama, yürütme ve yargının yeni sistem doğrultusunda kendini geliştirdiğini görüyoruz. Yeni reformlarla, hukuki ve icrai olarak tespit ettiğimiz aksaklıkları gideriyor, çıtayı sürekli yukarıya taşıyoruz. İnşallah Türkiye, bu konuda da dünyaya örnek olacak başarılara imza atacaktır. Meclisimizin yeni yasama yılında, bu çerçevede çok önemli çalışmalar gerçekleştireceğine inanıyorum. Siyasi rekabet ile ülkeye ve millete hizmet yarışı arasındaki çizginin en iyi konduğu ve korunduğu yerin Meclisimiz olması gerektiğini düşünüyorum. Yeni dönemde Meclis çalışmalarına katkı verecek her partiden milletvekilimize şimdiden teşekkür ediyorum.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Millet olarak son dönemde her yılımızı, geçmişte on yıllar boyunca yaşanan gelişmelere ve daha fazlasına şahit olduğumuz bir kesafette geçiyoruz.” ifadesini kullandı.
Bu durumun iki önemli sebebi olduğuna dikkati çeken Erdoğan, “Birincisi, Türkiye’nin istikrarsızlıklar, çekişmeler, kavgalar, krizler sebebiyle uzunca bir süre ihmal ettiği demokratik ve ekonomik atılımları bu dönemde hayata geçirmiş olmasıdır. Tabii bu atılımların her biri, içeride ve dışarıda çıkarları zarar görenlerin çok büyük direnişleriyle, çok büyük saldırılarıyla karşılaştı. Milletimizin ve onun temsilcisi olan Meclisimizin desteğiyle, karşımıza çıkan engelleri birer birer aşarak, hamdolsun bugünlere geldik.” değerlendirmesinde bulundu.
Gelişmelerin bu derece hızlanmasının ikinci sebebinin ise dünyanın geldiği yeni yol ayrımı olduğunu belirten Erdoğan, şunları söyledi:
“İkinci Dünya Savaşı sonrasında galipler tarafından kurulan siyasi ve ekonomik uluslararası düzen, artık her alanda çatırdıyor. Salgın döneminde yaşananlar, bu yıkılışın çok daha açık şekilde görülmesini sağlamıştır. Birleşmiş Milletler’den başlayarak, mevcut küresel düzenin tüm insanlığı kucaklayacak şekilde işleyişinden sorumlu kurumların hemen tamamı tıkanmıştır. Dünyanın karşılaştığı yeni sınamalar, yeni krizler, yeni ihtiyaçlar karşısında etkisiz kalan bu kurumlar, kırılganlığı daha da artırıyor. Gelişmiş denen ülkelerin, gerçek bir kriz durumunda kendi vatandaşlarına dahi hayırlarının dokunamadığı görülmüştür.
Velhasıl, koskoca yerkürenin bir avuç muhterisin ipoteği altına alındığı bu çarpık düzenin aynı şekilde devam etme şansı kalmamıştır. Bir süredir her platformda dile getirdiğimiz ‘Dünya 5’ten büyüktür’ tespiti, işte bu gerçeğin ifadesidir. Ya mevcut kurumlar güvenliği, istikrarı ve refahı insanlığın tamamına yansıtacak şekilde yeniden yapılanacak ya da bu ihtiyacı karşılayacak yeni kurumlar inşa edilecek. Biz, her şeye rağmen, mevcut kurumların hakkaniyete uygun şekilde yeniden yapılanmasıyla, bu ihtiyacın karşılanabileceğini düşünüyoruz.”
Küresel düzenin işleyişinin değişmesi gerektiği tespitini ilk söylediğinde konuya mesafeli yaklaşanlar olduğunu hatırlatan Erdoğan, salgın sürecinde ortaya çıkan tablonun ardından, bu kesimlerin de kendilerine destek vermeye başladıklarına dikkati çekti.
Erdoğan, dünyanın, doğusu ve batısıyla, kuzeyi ve güneyiyle her köşesinin güvenliğe ihtiyacı olduğunun altını çizerek, “Dünyanın, nerede yaşarsa yaşasın tüm insanların huzuruna ihtiyacı vardır. Dünyanın, herkese yetecek kaynaklarının adaletli şekilde dağılımına ihtiyacı vardır. Dünyanın, Rabbimizin bize emaneti olan havasının, suyunun, ağacının, tüm güzelliklerinin korunmaya ihtiyacı vardır. Bunları sağlayacak bir küresel yönetim düzeni kurmamız şarttır.” diye konuştu.
Aksi takdirde dünyanın dört bir yanında, ucu gelişmiş ülkelere de dokunacak şekilde, çatışmaların, acıların, zulümlerin, yağmaların yeniden başlamasının kaçınılmaz hale geleceğine işaret eden Erdoğan, Türkiye olarak, insanlığı böyle bir tehditten kurtaracak çözümleri gündeme getirmenin, tartıştırmanın ve neticeye ulaştırmanın gayreti içinde olduklarını söyledi.
Erdoğan, bu çerçevede Meclisin de üzerine düşenleri bihakkın yerine getirdiğini görmekten memnuniyet duyduklarını dile getirdi.
Türkiye’nin küresel krizlerin en çok yaşandığı coğrafyanın tam merkezinde yer aldığına dikkati çeken Erdoğan, Balkanlarda, yaklaşık 30 yıl önce yaşanan trajik katliamların ve çatışmaların izlerinin hala taze olduğunu belirtti.
Bölgenin kalıcı barışa ve huzura kavuşamadığının da ortada olduğunu vurgulayan Erdoğan, Karadeniz’de, Kırım’ın işgali ile başlayan krizin, her an yeniden tırmanma potansiyeline sahip olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kafkasya’nın, her karış toprağıyla yeni çatışma potansiyelini bünyesinde barındıran bir kriz alanı olma vasfını sürdürdüğünün altını çizerek, “Nitekim, Dağlık Karabağ’ı işgal eden Ermeniler’in Azerbaycan’a saldırısıyla başlayan çatışmalar, bunun en somut örneğidir. Burada bir kez daha, Azerbaycanlı kardeşlerimizin işgal altındaki topraklarını kurtarma ve vatanlarını koruma mücadelelerinde yanlarında olduğumuzu belirtmek istiyorum.” dedi.
“Özellikle MİNSK Üçlüsü denilen Amerika, Rusya ve Fransa’nın 30 yıla yakın zamandır bu sorunu ihmal ettikleri için bugünlere yansıyan bu olumsuz gelişmeler karşısında ateşkes arayışı içinde bulunmaları her şeyden önce kabul edilebilir bir şey değildir. Ha bir şey mi isteniyor?” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“O zaman işgalcilerin bu topraklardan çıkmaları gerekir ki burada bir çözüme ulaşılsın. Topraklarından ayrılmış olan Azeri kardeşlerimiz, şu anda topraklarına dönecekleri günü bekliyor. Onun hasreti içerisindeler. Buna kimse yanaşmıyor. Önce bir defa bunu masaya yatıralım. Bunları biz Sayın Putin ve Macron’la görüştük. Hep oturdular, konuştular, netice yok. İşte şimdi netice zamanı. Azeri kardeşlerimiz de kendi göbeklerini kesmenin adımını attılar. Ermeniler’in, kadim Azerbaycan toprağı Karabağ’ı işgaline ve gerçekleştirdikleri sivil katliamlarına karşı kör, sağır, dilsiz kalanların, bugün sergiledikleri tavır da ikiyüzlülüktür. İşgalcilere sessiz kalıp vatanlarını savunanları ve onların yanında yer alanları suçlayanların sözünün bizim nezdimizde kıymeti yoktur. Türkiye olarak, kendimizi ‘İki devlet bir millet’ olarak gördüğümüz Azerbaycanlı kardeşlerimize tüm imkanlarımızla ve tüm kalbimizle destek vermeyi sürdüreceğiz.”
Abdürrahim Karakoç’un “Böyle geldi, böyle gitmez bu oyun/ zalimleri iflah etmez bu oyun/umdukları gibi bitmez bu oyun/mazlumların ekmeği, tuzu bizdedir/sizdeki yaranın özü bizdedir” dizelerini okuyan Erdoğan, “Evet… Zalimleri iflah etmeyen bu alçak oyun, inşallah bozuluyor.” ifadesini kullandı.
Bölgede kalıcı barışın yolunun, Ermenilerin işgal ettikleri her karış Azerbaycan toprağından geri çekilmelerinden geçtiğinin altını çizen Erdoğan, “Ermenistan yönetimini, her şeyi bir kenara bırakıp ısrarla Türkiye’ye iftira atma gayreti de kurtaramayacak. Bu haydut devlete destek verenleri, kendilerine insanlığın ortak vicdanı önünde hesap sorulacağı konusunda ikaz ediyorum.” diye konuştu.
“Rabbim Azerbaycanlı kardeşlerimizin yar ve yardımcısı olsun.” temennisinde bulunan Erdoğan, bu mücadelede şehit düşenlere Allah’tan rahmet, yaralananlara şifalar diledi.
Kriz haritasına, biraz daha güneye inerek bakıldığında körfez bölgesinin karşılarına çıktığını anlatan Recep Tayyip Erdoğan, şunları kaydetti:
“İran-Irak Savaşından Kuveyt’in işgaline, Yemen’deki çatışmalardan Katar’a yönelik tehditlere kadar pek çok sorunla boğuşan körfez bölgesi halen kaynamaya devam ediyor. Bu vesileyle, önceki gün hayatını kaybeden, bölgenin aklıselim ve sağduyu sahibi yöneticilerinden biri olarak gördüğümüz Kuveyt Emiri El-Ahmet El-Cabir El-Sabah’a Allah’tan rahmet diliyorum. Merhum El-Sabah’ın aksine, kimi bölge ülkelerinin yöneticilerinin kendilerini inkar edercesine yürüttükleri, akılla, mantıkla, insafla, vicdanla uyuşmayan politikalar, krizi daha da derinleştiriyor. Bu ülkelerin bir kısmı, gerçekleri dile getirdiğimiz, mazlumun ve hakkaniyetin yanında yer aldığımız için bizi hedef alıyor. Unutulmamalıdır ki söz konusu ülkeler dün yoktu, yarın da muhtemelen olmayacaklar ama biz Allah’ın izniyle bu coğrafyada ilelebet bayrağımızı dalgalandırmayı sürdüreceğiz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Irak’ta, Körfez Savaşı’ndan beri süren istikrarsızlıkların, en çok Türkiye’ye zarar verdiğini ifade etti.
Bölücü terör örgütünün, yıllarca Irak’ın Türkiye sınırına yakın bölgelerini üs olarak kullanıp Türkiye’de kanlı eylemler gerçekleştirdiğini anımsatan Erdoğan, “Son dönemde, terör tehdidini kaynağında kurutma stratejimiz çerçevesinde, Irak sınırındaki örgüt yuvalarını birer birer ortadan kaldırıyoruz. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin de rahatsız olduğu bu fitne çukurlarını tamamen bitirene kadar operasyonlarımız sürecek. Bağdat yönetiminin, Türkmen kardeşlerimizin de haklarını gözetecek şekilde, bir an önce ülkede siyasi birliği ve toprak bütünlüğünü sağlaması en büyük temennimizdir.” diye konuştu.
Erdoğan, 10’uncu yılına ulaşan Suriye krizinin, bulunduğu coğrafyanın en trajik, en kanlı, en acı meselesi olduğunu, bu meselenin her boyutunun Türkiye’yi çok yakından ilgilendirdiğini söyledi.
Türkiye’nin Suriye’yle 911 kilometrelik bir sınıra sahip olduğuna işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sınırın her iki yanında yaşayan halklar binlerce yıllık bir ortak geçmişi paylaşıyor. Bu köklü geçmişin beraberinde getirdiği çok geniş ve derin insani, kültürel, sosyal ve hatta ekonomik ilişkiler vardır. Türkiye’nin 40 yıllık terörle mücadelesinde de Suriye, her zaman kritik bir konumda yer almıştır. Üstelik ülkenin istikrarsızlaştığı son 10 yılda, burada en etkili terör örgütleri DEAŞ ve PKK-YPG olmuştur. Suriye’deki zülüm ve savaştan kaçan 4 milyona yakın insanı şehirlerimizde biz misafir ediyoruz. Aynı şekilde Suriye içindeki 4 milyon mazlumun ihtiyaçlarını da yine biz karşılıyoruz. Dünyada, Suriye meselesine her boyutuyla müdahil olma hakkına sahip bir ülke varsa, o da Türkiye’dir. Her kim, ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var’ diyorsa ya bölgeyi ve tarihini bilmiyordur ya da kafasında başka hesaplar yapıyordur.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin, Suriye’de, ülkenin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü temelinde bir çözüm bulunana kadar, sınırlarını güvenlik altına almak için her yolu ve yöntemi kullanmayı sürdüreceğini bildirdi.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarının da bu amaçla gerçekleştirildiğinin altını çizen Erdoğan, şöyle devam etti:
“İdlib’te de bu amaçla bulunuyoruz. Sınırlarımızı terör örgütlerine ve onları maşa olarak kullananlara teslim etmedik, etmeyeceğiz. Güvenli hale getirdiğimiz bölgeler dışında kalıp da halen ülkemize ve kardeşlerimize yönelik saldırıların kaynağı durumundaki her yerde, son teröristi de imha edene kadar harekatlarımızı sürdüreceğiz. Lafa gelince hümanizmi, insan haklarını, ötekine saygıyı dillerinden düşürmeyenlerin sırtlarını döndükleri, ülkelerine sokmamak için her yolu denedikleri mazlumlara sahip çıkmayı sürdüreceğiz.
Avrupa Parlamentosunda, Avrupa’daki 100 binin üzerindeki kayıp mülteci çocuk konusunu gündeme getiren, yine ülkemizden bir milletvekilimiz olmuştur. Suriyeli sığınmacıların iaşe, ibate ve barınması için ülkemize 3 milyar avro artı 3 milyar avro sözü veren, sonra da kırk dereden su getirerek bunun çoğunun üzerine yatan yine AB olmuştur. Kendi güvenlik ve refah kaygılarıyla insanlığın asgari şartlarını dahi bir kenara bırakanlardan ülkemizin gösterdiği erdemli tavrı anlamalarını beklemiyoruz. Bugüne kadar 411 bin Suriyelinin gönüllü ve güvenli bir şekilde evlerine dönmesi, ülkemizin doğru olanı yaptığını gösteriyor. Suriye’deki krize siyasi çözüm bulunması için uluslararası platformlarda yürütülen çabaların da en etkin destekçisi Türkiye’dir. İnşallah o gün gelene kadar hem sınırlarımızı korumayı hem mazlumlara sahip çıkmayı sürdüreceğiz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin, Türkiye’nin son birkaç asırda denizlerde verdiği en önemli mücadele olduğunu vurguladı.
Türkiye’nin Preveze Deniz Zaferiyle Akdeniz’de kurduğu hakimiyet sayesinde, bölgeye asırlarca barışın hakim olduğunu anımsatan Erdoğan, “Yeniden diriliş destanımızın yazıldığı Çanakkale Harbi’nde karada olduğu gibi denizde de büyük zaferler kazanmıştık. Barbaros Hayrettin Paşa’nın ve diğer kahramanların bıraktığı barış mirasına sahip çıkmak, bu ülkenin her evladının boynunun borcudur.” dedi.
“Türkiye olarak, Akdeniz’de çatışma, gerilim, haksızlık, hukuksuzluk peşinde asla değiliz.” diyen Erdoğan, şöyle konuştu:
“Tek talebimiz, ülkemizin haklarına, hukukuna, çıkarlarına saygı gösterilmesidir. Akdeniz’deki siyasi ve ekonomik potansiyelin paylaşımıyla ilgili anlaşmazlıkların hakkaniyet temelinde çözülmesi öncelikli tercihimizdir. Ancak Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin 2003 yılından beri ortaya koydukları tavır, maalesef bu ilkenin çok uzağındadır. AB ise Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin şımarıklıklarının esiri olarak, etkisiz, ufuksuz, sığ bir yapı haline dönüşmüştür. Bölgemizde ortaya çıkmış olup da, AB’nin inisiyatifi ve ağırlığı ile çözüme kavuşmuş tek bir sorun yoktur. Tam tersine, birliğin müdahil olduğu her kriz, yeni boyutlar kazanarak büyümüştür. Bu tablo karşısında Türkiye’nin önünde, kendi imkanları ve politikalarını kararlılıkla hayata geçirme dışında bir seçenek kalmamıştır.
Libya ile yaptığımız anlaşma, ülkemizi Akdeniz’den tamamen tasfiye girişimlerine verdiğimiz cevaplardan biridir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını korumak için başlattığımız çalışmaları, bu anlaşmayla çok daha geniş bir alana yayma imkanı bulduk. Yıllardır bölgede ülkemizi yok sayarak, bizi sahillerimize hapsedecek haritalar ve taleplerle karşımıza çıkanlar, attığımız adımların ardından önce tehdit ve şantaj dilini denediler. Türkiye’nin, siyasi ve diplomatik gücü yanında, kahraman ordumuzun kara, deniz ve hava unsurları ve istihbaratıyla desteklediği kararlı duruşu karşısında ise diyalog yöntemini kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Özellikle Almanya’nın yoğun çabalarıyla gelinen bu noktada, meseleyi görüşmeler vasıtasıyla çözmek de gerilimi yeniden tırmandırmak da hatta iş o raddeye varırsa çatışma çıkarmak da karşımızdakilerin tercihidir. Biz diyalog kanallarını açık tutan kararlı duruşumuzu sonuna kadar koruyacağız.”
Erdoğan, çatışmaların arttığı bir dünyada barış için Türkiye kadar mücadele eden, Türkiye kadar fedakarlık yapan kaç ülkenin olduğunu sordu.
Türkiye’nin, dünyanın en büyük ekonomisi olmadığı halde, insani yardımlarda ilk sırada yer almasının bunun ispatı olduğunun altını çizen Recep Tayyip Erdoğan, “Sınırlarımızdaki güvenlik risklerine ve ekonomik yüküne rağmen, dünyanın en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkesi olmamız bunun ispatı değil midir? Birleşmiş Milletlerden İslam İşbirliği Teşkilatına kadar her platformda, gücümüzü ve inisiyatiflerimizi hep arabuluculuktan yana kullanmamız bunun ispatı değil midir? Bu gerçekler ışığında AB ve komşularımız başta olmak üzere tüm ülkeleri, Türkiye’nin verdiği güvenlik ve barış mücadelesini desteklemeye, en azından bu mücadeleye saygı duymaya davet ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
DÜNYA
4 saat önceGENEL
6 saat öncePOLİTİKA
7 saat önceDÜNYA
7 saat önceEKONOMİ
1 gün önceAKTÜEL
1 gün önceSAĞLIK
1 gün önce