11 Ekim 2025 Cumartesi
Gazze’de Ateşkes Anlaşması onaylandı!
İsrail ve Hamas Gazze Planı’nın ilk aşamasını onayladı!
“Türkiye, kolaylaştırıcı arabuluculuğu ile dünya barışı ve insanlığa büyük katkı sağlamıştır”
Filistin-İsrail sorununda iki devletli çözüm tek çıkış yolu!
ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze barış planı ve ardından İsrail ve Hamas’ın Gazze Planı’nın ilk aşamasını onaylamasını değerlendiren Siyaset Bilimci Prof. Dr. Ozan Örmeci, “ABD yönetiminin harekete geçmesi ve bir ateşkes ve barış planı önermesi son derece olumlu bir gelişme olmuştur. Bu konuda emeği geçenleri kutlamak gerekir.” dedi.
21 maddelik barış planında belirsiz bazı alanlar olduğuna işaret eden Örmeci, “Dileğimiz Türk Dış politikasının geleneksel yönelimi doğrultusunda Filistin-İsrail çatışmasında iki devletli, 1967 sınırlarına uygun bir çözümün hayata geçirilmesidir.” diye konuştu. Türkiye’nin, Ankara’nın da pozisyonunu değerlendiren Örmeci, “Türkiye, aktif şekilde kolaylaştırıcılık ve arabuluculuk sağlayarak dünya barışı ve insanlığa büyük katkı sağlamıştır.” İfadelerini kullandı.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ozan Örmeci, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze barış planı ve ardından İsrail ve Hamas Gazze Planı’nın ilk aşamasını onaylamasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
ABD’nin Gazze Planı’nın ilk aşamasını oluşturan bu mutabakata göre İsrail ve Hamas, rehinelerin hızla serbest bırakılmasını kabul etti. İsrail’in mutabık kalınan noktaya kadar çekilmesi ve bazı Filistinli tutukluları serbest bırakması da anlaşılan diğer madde.
Bir ateşkes ve barış planı önerilmesi son derece olumlu bir gelişme
Prof. Dr. Ozan Örmeci, “Öncelikle acil insani bir krizin yaşandığı ortamda Türkiye’nin Cumhurbaşkanı aracılığıyla Birleşmiş Milletler ve ABD’deki temasları ve yine 80. BM Genel Kurulu kapsamında düzenlenen Müslüman Liderler Zirvesi’nin etkisiyle ABD yönetiminin harekete geçmesi ve bir ateşkes ve barış planı önermesi son derece olumlu bir gelişme olmuştur. Bu konuda emeği geçenleri kutlamak gerekir.” dedi.
21 maddelik barış planında belirsiz bazı alanlar da var
Türkiye’nin geleneksel dış politika çizgisinin, Filistin-İsrail çatışmasında iki devletli, 1967 sınırlarına dayalı bir çözümü esas aldığını vurgulayan Prof. Dr. Ozan Örmeci, “Dileğimiz Türk Dış politikasının geleneksel yönelimi doğrultusunda Filistin-İsrail çatışmasında iki devletli, 1967 sınırlarına uygun bir çözümün hayata geçirilmesidir. Başkan Trump’ın açıkladığı 21 maddelik barış planında bu yönde bazı somut ve olumlu maddeler olmakla birlikte, halen BM’ye gözlemci devlet statüsündeki Filistin devletinin varlığı ve meşruiyeti konusunda müphem bazı alanların bırakıldığı da ortadadır.” diye konuştu.
Gazze’nin yeniden imarı gibi konularda olumlu maddeler var
Planda Gazzelilerin bölgeden tahliye edilmemesi, Katar’a yönelik saldırıların durdurulması ve Gazze’nin yeniden imarı gibi konularda olumlu maddeler bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Ozan Örmeci, şöyle devam etti:
“Bu bağlamda, bu planı taçlandıracak olan elbette Gazze’nin geçici yönetim sonrasında Filistinlilerin kendi iradelerini yansıtan sivil bir hükümet tarafından yönetilmesidir. Bu süreçte Avrupalı ve Müslüman devletlerin maddi ve uzmanlık destekleri son derece faydalı ve gerekli olacaktır.”
Ankara’nın süreçteki rolü ne oldu?
Türkiye’nin bu süreçteki rolüne vurgu yapan Prof. Dr. Ozan Örmeci, sözlerini şöyle tamamladı:
“Türkiye, bu süreçte Hamas’ın esir takası başta olmak üzere birçok konuda aktif şekilde kolaylaştırıcılık ve arabuluculuk sağlayarak dünya barışı ve insanlığa büyük katkı sağlamıştır. Bunun devam etmesi ve Ankara’nın barışçıl ve insani yaklaşımlarının anlaşılması devlet ve halkımızın dünyada imajı açısından son derece faydalıdır.”
Günler, haftalar, aylar—ve yıllar boyunca Gazze’de yaşayan sivillerin hayatı adım adım yok oluyor. Hava saldırıları, tank atışları ve ağır silahların kullanımıyla kent merkezleri harabeye dönmüş; milyonlarca insan evsiz, aç ve tıbbi bakımdan yoksun kalmış durumda. Sağlık kuruluşları ve BM organları, Gazze’de çocukların, bebeklerin ve ailelerin maruz kaldığı insani krizi “felaket” ve “katastrofik” olarak tanımlıyor.
Savaşın halk üzerindeki en acı yüzü, çocuklar. UNICEF ve diğer insani yardım kuruluşları, Gazze’de on binlerce çocuğun öldüğünü, yaralandığını veya akut beslenme yetersizliğiyle karşı karşıya olduğunu bildiriyor. Sağlık tesislerinin büyük bölümü ya yok edilmiş ya da hizmet veremez hale gelmiş; yoğun bakım, cerrahi müdahale ve doğum hizmetleri ciddi oranda aksıyor. Bu koşullar altında yenidoğanlar ve küçük çocuklar hayatlarını kolaylıkla kaybedebiliyor.
Günbegün artan ölüm sayıları ve kitlesel yerinden edilme, temel insani ihtiyaçların erişimini neredeyse imkânsız hale getirdi. BM kuruluşları ve uluslararası yardım örgütleri, Gazze’de nüfusun büyük kısmının suya, gıdaya, yakacağa ve tıbbi malzemeye erişemediğini; insani yardımın engellendiğini veya yetersiz kaldığını raporluyor. Açlıktan, kötü hijyen koşullarından ve tedavi edilebilen hastalıklardan ölenlerin sayısı hızla yükseliyor; bazı bölgelerde açlık ve malnütrisyon belirtileri artık açıkça gözlemleniyor.
Sivillerin güvenli bölgelere kaçışı da bir çözüm sunmuyor: hareket yolları bombardıman altında, güvenli geçişler sınırlı ve güneyde ilan edilen “insani bölgeler” bile güvenliğin garantisi değil. Binlerce aile, gece yarısı yollara dökülüyor; yanında yalnızca birkaç torba eşya olan insanlar çadır kamplarda, okullarda veya sokaklarda hayatta kalmaya çalışıyor. Bu kitlesel yerinden edilme dalgası, sağlık ve su altyapısının çöküşüyle birleşince ölümler hızla artıyor.
Uluslararası kurumlar bazı olayları savaş suçları ve daha ağır suçlamalar bağlamında incelemeye alırken, İnsan Hakları Yüksek Komisyonu’na bağlı bir bağımsız komisyon da Gazze’deki bazı uygulamaların soykırım tanımına girebileceğine dair raporlar yayımladı. Bu tür hukuki değerlendirmeler uluslararası toplumda geniş yankı uyandırdı; ancak sahadaki koşulları değiştiren tek şey ateşkes ve kesintisiz insani erişim olacaktır.
Sağlık altyapısına yönelik saldırılar, sivil yaşamı sürdürmeyi neredeyse imkânsız kılıyor. Hastaneler ya doğrudan hasar alıyor ya da personel ve ilaç eksikliği nedeniyle hizmet veremiyor. Acil müdahale kapasitesinin azalması, her gün artan bebek ve çocuk ölümlerinin temel nedenlerinden biri. Yardım kuruluşları, düşük stoklar ve koridorların güvenli olmaması nedeniyle temel beslenme ve tıbbi malzemelerin ulaştırılamadığını tekrarlıyor.
Peki ne yapılabilir? Öncelikle acil ve koşulsuz insani erişim sağlanmalı; hastanelere, beslenme merkezlerine, su ve sanitasyon hizmetlerine ulaştırılacak malzemelerin engellenmeden girmesine izin verilmeli. Uluslararası toplum, insani koridorların açılması, sivillerin korunması ve ateşkes için baskıyı artırmalı. Ayrıca çocuklara yönelik beslenme ve sağlık müdahaleleri derhal artırılmalı; uzun vadede ise Gazze’de yaşayanların temel yaşam haklarını güvence altına alacak siyasi çözümler aranmalı.
Türkiye Yeşilay Cemiyeti, bağımlılıkların Türkiye ekonomisine verdiği zararı ortaya koyan kapsamlı bir araştırma raporunu kamuoyuyla paylaştı. “Bağımlılık Ekonomisi: Türkiye’de Sigara, Alkol, Kumar ve Uyuşturucu Bağımlılığının Ekonomik Maliyeti” başlıklı rapora göre, bağımlılıkların ülke ekonomisine maliyeti 78 milyar dolara ulaşmış durumda.
Önleme, savunuculuk ve rehabilitasyon alanlarında yürüttüğü çalışmalarıyla bağımlılıklarla etkin mücadele eden Türkiye Yeşilay Cemiyeti, hazırladığı bilimsel çalışmayla bağımlılıkların Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini kamuoyunun gündemine taşıdı. Rapor, Yeşilay Genel Başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç, Yeşilay Denetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Seyithan Ahmet Ateş ve Yeşilay Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Hayri Nuroğlu’nun katıldığı, Sepetçiler Kasrı’nda düzenlenen bir basın toplantısıyla açıklandı.
“KALKINMA HEDEFLERİMİZİ SEKTEYE UĞRATAN OLDUKÇA YÜKSEK BİR MALİYET”
Basın toplantısında konuşan Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç, bağımlılıkların yalnızca kişilerin hayatlarını karartmakla kalmayıp, aynı zamanda Türkiye ekonomisine de büyük zararlar verdiğini şu sözlerle ifade etti.
“Bugün bağımlılıklar sadece bireylerin dünyasını yıkmakla kalmıyor; daha yıkıcı sorunlara sebebiyet veriyor. Ailelerin hatta ülkelerin geleceğini de tehdit ediyor. Dünyada farklı ülkeler farklı bağımlılık türleriyle baş etmekte ciddi güçlükler yaşıyor. Asya’da oyun bağımlılığı, Avustralya’da kumar bağımlılığı, Amerika’da ilaçların kötüye kullanımı ile ilgili bağımlılıklar neredeyse milli güvenlik tehdidi düzeyinde sorunlara yol açıyor.
Dünya çapında aile içi çatışmalardan iş gücü kayıplarına, sağlık harcamalarından toplumsal huzursuzluklara, kazalardan suç ve şiddet vakalarına kadar geniş bir yelpazede etkisini gösteren bu toplumsal problem, ekonomimizi de derinden sarsıyor. Bağımlılıkların ekonomik maliyetini göz önüne seren raporumuzda yer alan veriler, Türkiye’nin her yıl 78 milyar dolarlık bir kayba uğradığını ortaya koyuyor.”
Bu büyük problemle etkin ve uzun vadeli bir mücadele verebilmek adına kurumlarının, özel sektörün ve toplumun tüm kesimlerinin birlikte hareket etmesi gerektiği açık. Tam da bu sebeple, Bağımsızlık Seferberliği’ni 2024 yılının Kasım ayında İstanbul merkezli olarak, Marmara Bölgesi’nde başlattık. Ardından Ege Bölgesi’nde, İzmir’de düzenlediğimiz geniş çaplı toplantıyla tüm Türkiye’ye güçlü bir çağrıda bulunduk. Biliyoruz ki, bağımlılıklarla mücadelede önleme faaliyetlerine odaklanmak gençlerimizi ve çocuklarımızı bağımlılıklardan uzaklaştırmak adına en güçlü adımdır. Bu yaklaşımın, sosyal yapımızı onarma ve ekonomik kayıplarımızı azaltmada büyük bir etki yaratacağını düşünüyoruz.”
BAĞIMLILIKLARLA MÜCADELE EKONOMİK KALKINMA İÇİN ÖNEMLİ
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Denetim Kurulu Başkanı ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Seyithan Ahmet Ateş başkanlığındaki heyet tarafından hazırlanan rapor, bağımlılıkların toplumsal ve ekonomik düzeyde yol açtığı zararları bilimsel veriler ışığında analiz ediyor. Raporda yer alan veriler, bireysel harcamalardan sağlık giderlerine, kamu bütçesine binen yükten iş gücü kayıplarına kadar pek çok kalemde hesaplanan maliyetin, bağımlılıkların Türkiye ekonomisine her yıl milyarlarca dolarlık zarar verdiğini gözler önüne seriyor.
Rapor kapsamında yapılan hesaplamalara göre; sigaranın yıllık ekonomik maliyetinin 24 milyar dolar, alkolün 9 milyar dolar, uyuşturucunun 5 milyar dolar ve kumarın maliyeti ise 40 milyar dolar olarak tespit edildi. Özellikle kumarın bağımlılığının ulaştığı çarpıcı seviye, sanal kumar bağımlılığını yaygınlaştıran platformların kontrolsüzce büyümesinin bir sonucu olarak göze çarpıyor. Sigara kullanımına bağlı hastalıkların sağlık sistemi üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkisinin milyarlarca liraya ulaştığının altı çizilirken, sigaranın neden olduğu sosyal maliyetin ve dolaylı ekonomik kaybın Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 2,2’sine karşılık geldiği görülüyor.
BAĞIMLILIKLAR ÇEVRE VE DOĞAYA DA BÜYÜK ZARAR VERİYOR
Türkiye’de son 20 yılda sigara satış hacminin 108 milyar adetten 150 milyar adete çıktığına ve %39 oranında arttığına dikkat çekilen raporda; doğaya atılan sigara izmaritlerinin yıllık 5000 çöp kamyonunu dolduracak hacme ulaştığı bilgisi de yer alıyor. Bu izmaritlerden bir kısmı göl ve denizlere karışırken zararlı etkileri 10 yıl süren su kirliliğine ve ekolojik sorunlara neden oluyor.
Çalışmada öne çıkan bir diğer önemli bulgu ise sigara kaynaklı yangınların ülke ekonomisine verdiği zarar. İstanbul ve İzmir İtfaiye Müdürlükleri’nin verilerine göre, yangınların büyük bölümü sigara izmaritleri ve kibrit kaynaklı tutuşmalar sonucu meydana geliyor. İstanbul’da yalnızca bir yılda meydana gelen 27 bin yangının yüzde 40’ının sigara kaynaklı olması konunun ciddiyetini ortaya koyuyor. Araştırmaya göre sigara kaynaklı yangınların Türkiye’ye getirdiği doğrudan ekonomik yük, 4 milyar dolara ulaşıyor.
78 MİLYAR DOLARLA NELER YAPILABİLİR?
Türkiye Yeşilay Cemiyeti öncülüğünde hazırlanan “Bağımlılık Ekonomisi: Türkiye’de Sigara, Alkol, Kumar ve Uyuşturucu Bağımlılığının Ekonomik Maliyeti” başlıklı rapor, bağımlılıkların ülke ekonomisine verdiği zararın büyüklüğünü ortaya koyduğu gibi bu kaybın toplumsal faydaya nasıl dönüştürülebileceğine dair verileri de içeriyor. Rapora göre, bağımlılıkların Türkiye ekonomisine verdiği yıllık 78 milyar dolarlık zararla kamu yararına çok sayıda stratejik yatırım hayata geçirilebilir.
Felç, bir beyin krizi (inme) ya da omurilik yaralanması sonucunda vücudumuzun bir tarafında ya da her iki yanında güç kaybı, hissizlik veya kontrol zorluğu yaratır. En çok konuşulan sorulardan biri de şu: “Felç geçiren kişiler yeniden yürüyebilir mi?” Cevap giderek daha olumlu: Gelişen tedaviler ve teknolojiler sayesinde birçok hasta, adım atmayı tekrar öğreniyor.
İnme (Beyin Krizi): Beyne giden kan akımı kesildiğinde sinir hücreleri zarar görür.
Omurilik Yaralanması: Kaza veya düşme sonucu omurilik zarar gördüğünde beyin ile bacaklar arasındaki iletişim kopar.
Bu hasar; kaslarımıza “kalk” ya da “yürü” komutunu ileten sinir hatlarının bozulmasına neden olur. Sonuç: Hasta ayaklarını hareket ettiremeyebilir veya çok zor hareket ettirir.
Felç sonrası sinir sistemimizde “plastisite” yani esneme yeteneği devreye girer. Beyin, hasarlı bölgeyi atlayıp sağlam hücreler üzerinden yeni bağlantılar kurmaya çalışır. Bu süreç, tıpkı bir yolun kapalı olduğu yerde kısa bir patika açmaya benzer.
Erken Müdahale Önemli: Ne kadar erken fizyoterapiye başlanırsa, beyin o kadar hızlı yeni yollar oluşturur.
Tekrar ve Tekrar: Günlük egzersizler, beyni “yürü” komutunu pekiştirir.
Fizyoterapi:
Uzman eşliğinde; yürüme bantlarında, merdiven alıştırmalarında ya da yerde basit adımlarda pratik yapılır.
Elektrik Uyarısı (FES):
Bacak kaslarına hafif elektrik darbeleri göndererek kasların hareket etmesi sağlanır.
İlaç Tedavisi:
Kaslardaki sertliği (spastisiteyi) azaltan ilaçlar kullanılır.
Bu yöntemler birlikte uygulandığında hastanın adım atma yeteneği yavaş yavaş geri gelir.
Robotik Dış İskelet (Ekzoskeleton):
Hastanın üzerine giydiği, motorlu bir dış iskelet. Hasta ayağını kaldırdıkça cihaz dengeyi sağlar ve adımı tamamlamaya yardımcı olur.
Yürüyüş Bantları (Lokomat ve Benzerleri):
Vücut ağırlığının bir kısmını asansör sistemi üstlenir; hasta doğal yürüme hareketini tekrar tekrar yapar.
Kök Hücre ve Yenileyici Tedaviler:
Omurilikte hasar gören bölgede yeni hücre büyümesini teşvik eden araştırmalar sürüyor.
Bu teknolojiler, klasik fizyoterapinin etkisini katlayarak artırıyor.
Örnek 1: 45 yaşındaki inme geçirmiş bir hasta, günlük fizyoterapi ve FES kombinasyonu ile 3 ay sonra bastonla yürümeye başladı.
Örnek 2: Omurilik yaralanmalı bir sporcu, dış iskelet desteğiyle bir yıl içinde kendi başına birkaç adım atmayı başardı.
Bu örnekler, cesaret verici sonuçların “mucize” değil, doğru tedavi planı ve sabır gerektirdiğini gösteriyor.
Moral ve Motivasyon: Zorlu süreçte en büyük güç ailesi ve yakın çevresinin desteğidir.
Evde Egzersiz: Fizik tedavi seansları dışında da günde 30–45 dakika ek egzersiz yapmak iyileşmeyi hızlandırır.
Felç geçiren herkesin iyileşme hızı ve derecesi farklıdır. Ama artık “yürüme hayal” olmaktan çıkıyor. Erken tanı, doğru fizyoterapi, teknolojik destekler ve güçlü bir motivasyonla pek çok hasta yeniden adım atmanın sevincini yaşıyor. Her adım, umudun ve bilimin birleştiği noktada atılıyor.
Türkiye’nin bir sanayi ülkesi olduğunu, üretimden vazgeçme gibi bir lüksümüzün bulunmadığını söyleyen PLASFED Başkanı Ömer Karadeniz, “Türkiye’nin geleceği, sanayidedir, üretimdedir” dedi. Yatırımcının önünü görebilmesi açısından finansal sürdürülebilirliğe dikkat çeken Karadeniz, üretim olmadan kalkınmanın olamayacağını belirtti. Karadeniz, üretmeyi çok iyi bilen bir toplum olduğumuzu, şartların oluşması halinde Türkiye’nin bir üretim üssü haline gelebileceğini söyledi.
İnsanı ve üretimi merkezine alan bir toplum bilincinin kuşaktan kuşağa aktarıldıkça, sanayinin de güçlenerek yoluna devam edeceğini söyleyen Plastik Sanayicileri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Karadeniz, Türkiye’nin geleceğinin sanayide ve üretimde olduğunu belirtti.
Yatırımcının önünü görebilmesi açısından finansal sürdürülebilirliğin önemine dikkat çeken Karadeniz, üretmeyi çok iyi bilen bir toplum olduğumuzu, şartların oluşması halinde Türkiye’nin bir üretim üssü haline gelebileceğini ifade etti. Yatırımcının önünü görebilmesi için finansal sürdürülebilirliğin önemine işaret eden Karadeniz, üretim olmadan kalkınmanın olamayacağını belirtti. Gelişmişlik seviyemizi artırmamızın tek yolunun üretimden geçtiğini söyleyen Karadeniz, “Türkiye bilindiği gibi şu anda bir petrol ülkesi değil” dedi.
“Sanayici finansmana erişimde zorlanıyor”
Türk sanayicisinin finansmana erişim noktasında yeterli desteği bulmakta zorlandığını söyleyen Karadeniz, “Sermaye sıkıntısı yaşayan Türk sanayicisi maalesef üretimi azaltacak hale geldi. Başta plastik sektörü olmak üzere, hammaddede dışa bağımlı olan, üretim ve istihdamı devam ettirmek isteyen sanayimiz, finansmana erişim konusunda destek bekliyor. Bugün birçok sanayicimiz, finansmana erişim konusunda zorluk yaşadıklarını, üretim yapamaz hale geldiklerini söylüyor” diye konuştu.
“Üretimden vazgeçme lüksümüz yok”
Ülkemizin orta ve uzun vadeli hedeflerine ulaşmasının yolunun, nitelikli ve katma değerli bir üretim hayatı için seferber olmasından geçtiğini bildiren çatı kuruluş PLASFED Başkanı, “Ülkemizin koşulları ne olursa olsun üretimden ve yatırımdan vazgeçme gibi bir lüksümüz yok. Sınırlı mali kaynaklarımızı en etkin şekilde kullanarak, üretime, teknolojiye odaklanmalıyız” dedi.
Üretim ve ihracatta daha yüksek katma değer sağlayabilmek için inovatif ürünlerin imal edilmesini öneren Karadeniz, kaliteden ödün vermeden maliyetleri düşürmenin bir yolu bulunup, katma değerin artırılması gerektiğine dikkat çekti. Sektörün kaliteden ödün vermeden küresel pazarlarda rekabetçi üretim ve ihracat olanaklarını artırması için Avrupa standartlarında ve çevreye uyumlu üretim yapılması gerektiğini kaydeden Karadeniz, Türk sanayicisinin en büyük gücünün üretim olduğunu belirtti.
Her koşulda yeni hikayeler yazabilme kabiliyetine sahip olan Türk sanayicisinin üretimini gerçekleştirirken büyük fedakarlık gösterdiğini ifade eden Karadeniz, bu durumun sürdürülebilir olmadığını vurguladı.
İmalat sanayi zayıflıyor
Türk imalat sektörünün Şubat 2025 PMI verilerinin 48,3 ile 50 eşik değerinin altında kalarak sektördeki daralmanın bir göstergesi olduğunu söyleyen Karadeniz, imalat sanayinde yaşanan bu gerilemenin kaygı verici olduğunu belirtti. Tam 11 aydır sürekli eşik değerin altında kalan PMI verilerinin sanayicinin içinde bulunduğu durumun bir neticesi olduğunu vurgulayan Karadeniz, “Her zaman söylediğimiz gibi üretim olmadan kalkınma olamaz. Sanayinin güçlenerek yoluna devam edebilmesi için üretimi odağına alan tüm politikaların devreye alınmasını bekliyoruz” dedi.