DOLAR 40,9532 0,58%
EURO 47,7248 0,63%
ALTIN 4.382,380,05
BITCOIN 4759288-0.8247%
Trabzon
27°

PARÇALI BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

HAFTANIN GÜNDEMİ

HAFTANIN GÜNDEMİ

08 Ağustos 2025 Cuma

BAĞIMLILIKLARIN TÜRKİYE EKONOMİSİNE MALİYETİ YILLIK 78 MİLYAR DOLAR

BAĞIMLILIKLARIN TÜRKİYE EKONOMİSİNE MALİYETİ YILLIK 78 MİLYAR DOLAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye Yeşilay Cemiyeti, bağımlılıkların Türkiye ekonomisine verdiği zararı ortaya koyan kapsamlı bir araştırma raporunu kamuoyuyla paylaştı. “Bağımlılık Ekonomisi: Türkiye’de Sigara, Alkol, Kumar ve Uyuşturucu Bağımlılığının Ekonomik Maliyeti” başlıklı rapora göre, bağımlılıkların ülke ekonomisine maliyeti 78 milyar dolara ulaşmış durumda.

Önleme, savunuculuk ve rehabilitasyon alanlarında yürüttüğü çalışmalarıyla bağımlılıklarla etkin mücadele eden Türkiye Yeşilay Cemiyeti, hazırladığı bilimsel çalışmayla bağımlılıkların Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini kamuoyunun gündemine taşıdı. Rapor, Yeşilay Genel Başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç, Yeşilay Denetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Seyithan Ahmet Ateş ve Yeşilay Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Hayri Nuroğlu’nun katıldığı, Sepetçiler Kasrı’nda düzenlenen bir basın toplantısıyla açıklandı.

“KALKINMA HEDEFLERİMİZİ SEKTEYE UĞRATAN OLDUKÇA YÜKSEK BİR MALİYET”

Basın toplantısında konuşan Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç, bağımlılıkların yalnızca kişilerin hayatlarını karartmakla kalmayıp, aynı zamanda Türkiye ekonomisine de büyük zararlar verdiğini şu sözlerle ifade etti.

“Bugün bağımlılıklar sadece bireylerin dünyasını yıkmakla kalmıyor; daha yıkıcı sorunlara sebebiyet veriyor. Ailelerin hatta ülkelerin geleceğini de tehdit ediyor. Dünyada farklı ülkeler farklı bağımlılık türleriyle baş etmekte ciddi güçlükler yaşıyor. Asya’da oyun bağımlılığı, Avustralya’da kumar bağımlılığı, Amerika’da ilaçların kötüye kullanımı ile ilgili bağımlılıklar neredeyse milli güvenlik tehdidi düzeyinde sorunlara yol açıyor. 

Dünya çapında aile içi çatışmalardan iş gücü kayıplarına, sağlık harcamalarından toplumsal huzursuzluklara, kazalardan suç ve şiddet vakalarına kadar geniş bir yelpazede etkisini gösteren bu toplumsal problem, ekonomimizi de derinden sarsıyor. Bağımlılıkların ekonomik maliyetini göz önüne seren raporumuzda yer alan veriler, Türkiye’nin her yıl 78 milyar dolarlık bir kayba uğradığını ortaya koyuyor.”

Bu büyük problemle etkin ve uzun vadeli bir mücadele verebilmek adına kurumlarının, özel sektörün ve toplumun tüm kesimlerinin birlikte hareket etmesi gerektiği açık. Tam da bu sebeple, Bağımsızlık Seferberliği’ni 2024 yılının Kasım ayında İstanbul merkezli olarak, Marmara Bölgesi’nde başlattık. Ardından Ege Bölgesi’nde, İzmir’de düzenlediğimiz geniş çaplı toplantıyla tüm Türkiye’ye güçlü bir çağrıda bulunduk. Biliyoruz ki, bağımlılıklarla mücadelede önleme faaliyetlerine odaklanmak gençlerimizi ve çocuklarımızı bağımlılıklardan uzaklaştırmak adına en güçlü adımdır. Bu yaklaşımın, sosyal yapımızı onarma ve ekonomik kayıplarımızı azaltmada büyük bir etki yaratacağını düşünüyoruz.”

BAĞIMLILIKLARLA MÜCADELE EKONOMİK KALKINMA İÇİN ÖNEMLİ

Türkiye Yeşilay Cemiyeti Denetim Kurulu Başkanı ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Seyithan Ahmet Ateş başkanlığındaki heyet tarafından hazırlanan rapor, bağımlılıkların toplumsal ve ekonomik düzeyde yol açtığı zararları bilimsel veriler ışığında analiz ediyor. Raporda yer alan veriler, bireysel harcamalardan sağlık giderlerine, kamu bütçesine binen yükten iş gücü kayıplarına kadar pek çok kalemde hesaplanan maliyetin, bağımlılıkların Türkiye ekonomisine her yıl milyarlarca dolarlık zarar verdiğini gözler önüne seriyor.

Rapor kapsamında yapılan hesaplamalara göre; sigaranın yıllık ekonomik maliyetinin 24 milyar dolar, alkolün 9 milyar dolar, uyuşturucunun 5 milyar dolar ve kumarın maliyeti ise 40 milyar dolar olarak tespit edildi. Özellikle kumarın bağımlılığının ulaştığı çarpıcı seviye, sanal kumar bağımlılığını yaygınlaştıran platformların kontrolsüzce büyümesinin bir sonucu olarak göze çarpıyor. Sigara kullanımına bağlı hastalıkların sağlık sistemi üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkisinin milyarlarca liraya ulaştığının altı çizilirken, sigaranın neden olduğu sosyal maliyetin ve dolaylı ekonomik kaybın Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 2,2’sine karşılık geldiği görülüyor.

BAĞIMLILIKLAR ÇEVRE VE DOĞAYA DA BÜYÜK ZARAR VERİYOR 

Türkiye’de son 20 yılda sigara satış hacminin 108 milyar adetten 150 milyar adete çıktığına ve %39 oranında arttığına dikkat çekilen raporda; doğaya atılan sigara izmaritlerinin yıllık 5000 çöp kamyonunu dolduracak hacme ulaştığı bilgisi de yer alıyor. Bu izmaritlerden bir kısmı göl ve denizlere karışırken zararlı etkileri 10 yıl süren su kirliliğine ve ekolojik sorunlara neden oluyor.

Çalışmada öne çıkan bir diğer önemli bulgu ise sigara kaynaklı yangınların ülke ekonomisine verdiği zarar. İstanbul ve İzmir İtfaiye Müdürlükleri’nin verilerine göre, yangınların büyük bölümü sigara izmaritleri ve kibrit kaynaklı tutuşmalar sonucu meydana geliyor. İstanbul’da yalnızca bir yılda meydana gelen 27 bin yangının yüzde 40’ının sigara kaynaklı olması konunun ciddiyetini ortaya koyuyor. Araştırmaya göre sigara kaynaklı yangınların Türkiye’ye getirdiği doğrudan ekonomik yük, 4 milyar dolara ulaşıyor.

78 MİLYAR DOLARLA NELER YAPILABİLİR?

Türkiye Yeşilay Cemiyeti öncülüğünde hazırlanan “Bağımlılık Ekonomisi: Türkiye’de Sigara, Alkol, Kumar ve Uyuşturucu Bağımlılığının Ekonomik Maliyeti” başlıklı rapor, bağımlılıkların ülke ekonomisine verdiği zararın büyüklüğünü ortaya koyduğu gibi bu kaybın toplumsal faydaya nasıl dönüştürülebileceğine dair verileri de içeriyor. Rapora göre, bağımlılıkların Türkiye ekonomisine verdiği yıllık 78 milyar dolarlık zararla kamu yararına çok sayıda stratejik yatırım hayata geçirilebilir.

  • 154 yeni şehir hastanesi
  • 513 bin aileye yeni konut
  • 18 milyon öğrenciye ücretsiz tablet ve yıllık eğitim desteği
  • 15.000 kilometre uzunluğunda yüksek hızlı tren ağı
  • 40 milyon haneye elektrik tedariki
  • 50 bin teknoloji girişimi ve projesine destek
  • 1.000 antik kent, müze ve tarihi alan restorasyonu
Devamını Oku

Beyni İkna Etmeyi Başardılar, Felçliler Yürüyebiliyor!

Beyni İkna Etmeyi Başardılar, Felçliler Yürüyebiliyor!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Felç, bir beyin krizi (inme) ya da omurilik yaralanması sonucunda vücudumuzun bir tarafında ya da her iki yanında güç kaybı, hissizlik veya kontrol zorluğu yaratır. En çok konuşulan sorulardan biri de şu: “Felç geçiren kişiler yeniden yürüyebilir mi?” Cevap giderek daha olumlu: Gelişen tedaviler ve teknolojiler sayesinde birçok hasta, adım atmayı tekrar öğreniyor.


1. Felç Nedir, Nasıl Oluşur?

  • İnme (Beyin Krizi): Beyne giden kan akımı kesildiğinde sinir hücreleri zarar görür.

  • Omurilik Yaralanması: Kaza veya düşme sonucu omurilik zarar gördüğünde beyin ile bacaklar arasındaki iletişim kopar.

Bu hasar; kaslarımıza “kalk” ya da “yürü” komutunu ileten sinir hatlarının bozulmasına neden olur. Sonuç: Hasta ayaklarını hareket ettiremeyebilir veya çok zor hareket ettirir.


2. Vücut Nasıl “Yeniden Öğrenir”?

Felç sonrası sinir sistemimizde “plastisite” yani esneme yeteneği devreye girer. Beyin, hasarlı bölgeyi atlayıp sağlam hücreler üzerinden yeni bağlantılar kurmaya çalışır. Bu süreç, tıpkı bir yolun kapalı olduğu yerde kısa bir patika açmaya benzer.

  • Erken Müdahale Önemli: Ne kadar erken fizyoterapiye başlanırsa, beyin o kadar hızlı yeni yollar oluşturur.

  • Tekrar ve Tekrar: Günlük egzersizler, beyni “yürü” komutunu pekiştirir.


3. Klasik Yöntemler: Fizik Tedavi ve Destekler

  1. Fizyoterapi:

    • Uzman eşliğinde; yürüme bantlarında, merdiven alıştırmalarında ya da yerde basit adımlarda pratik yapılır.

  2. Elektrik Uyarısı (FES):

    • Bacak kaslarına hafif elektrik darbeleri göndererek kasların hareket etmesi sağlanır.

  3. İlaç Tedavisi:

    • Kaslardaki sertliği (spastisiteyi) azaltan ilaçlar kullanılır.

Bu yöntemler birlikte uygulandığında hastanın adım atma yeteneği yavaş yavaş geri gelir.


4. Yeni Nesil Teknolojiler

  1. Robotik Dış İskelet (Ekzoskeleton):

    • Hastanın üzerine giydiği, motorlu bir dış iskelet. Hasta ayağını kaldırdıkça cihaz dengeyi sağlar ve adımı tamamlamaya yardımcı olur.

  2. Yürüyüş Bantları (Lokomat ve Benzerleri):

    • Vücut ağırlığının bir kısmını asansör sistemi üstlenir; hasta doğal yürüme hareketini tekrar tekrar yapar.

  3. Kök Hücre ve Yenileyici Tedaviler:

    • Omurilikte hasar gören bölgede yeni hücre büyümesini teşvik eden araştırmalar sürüyor.

Bu teknolojiler, klasik fizyoterapinin etkisini katlayarak artırıyor.


5. Gerçek Hayattan Örnekler

  • Örnek 1: 45 yaşındaki inme geçirmiş bir hasta, günlük fizyoterapi ve FES kombinasyonu ile 3 ay sonra bastonla yürümeye başladı.

  • Örnek 2: Omurilik yaralanmalı bir sporcu, dış iskelet desteğiyle bir yıl içinde kendi başına birkaç adım atmayı başardı.

Bu örnekler, cesaret verici sonuçların “mucize” değil, doğru tedavi planı ve sabır gerektirdiğini gösteriyor.


6. Aile ve Destek Grubunun Rolü

  • Moral ve Motivasyon: Zorlu süreçte en büyük güç ailesi ve yakın çevresinin desteğidir.

  • Evde Egzersiz: Fizik tedavi seansları dışında da günde 30–45 dakika ek egzersiz yapmak iyileşmeyi hızlandırır.


7. Sonuç ve Umut

Felç geçiren herkesin iyileşme hızı ve derecesi farklıdır. Ama artık “yürüme hayal” olmaktan çıkıyor. Erken tanı, doğru fizyoterapi, teknolojik destekler ve güçlü bir motivasyonla pek çok hasta yeniden adım atmanın sevincini yaşıyor. Her adım, umudun ve bilimin birleştiği noktada atılıyor.

Devamını Oku

“TÜRKİYE, BİR ÜRETİM ÜSSÜ HALİNE GELEBİLİR”

“TÜRKİYE, BİR ÜRETİM ÜSSÜ HALİNE GELEBİLİR”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’nin bir sanayi ülkesi olduğunu, üretimden vazgeçme gibi bir lüksümüzün bulunmadığını söyleyen PLASFED Başkanı Ömer Karadeniz, “Türkiye’nin geleceği, sanayidedir, üretimdedir” dedi. Yatırımcının önünü görebilmesi açısından finansal sürdürülebilirliğe dikkat çeken Karadeniz, üretim olmadan kalkınmanın olamayacağını belirtti. Karadeniz, üretmeyi çok iyi bilen bir toplum olduğumuzu, şartların oluşması halinde Türkiye’nin bir üretim üssü haline gelebileceğini söyledi.

 

 İnsanı ve üretimi merkezine alan bir toplum bilincinin kuşaktan kuşağa aktarıldıkça, sanayinin de güçlenerek yoluna devam edeceğini söyleyen Plastik Sanayicileri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Karadeniz, Türkiye’nin geleceğinin sanayide ve üretimde olduğunu belirtti.

Yatırımcının önünü görebilmesi açısından finansal sürdürülebilirliğin önemine dikkat çeken Karadeniz, üretmeyi çok iyi bilen bir toplum olduğumuzu, şartların oluşması halinde Türkiye’nin bir üretim üssü haline gelebileceğini ifade etti. Yatırımcının önünü görebilmesi için finansal sürdürülebilirliğin önemine işaret eden Karadeniz, üretim olmadan kalkınmanın olamayacağını belirtti. Gelişmişlik seviyemizi artırmamızın tek yolunun üretimden geçtiğini söyleyen Karadeniz, “Türkiye bilindiği gibi şu anda bir petrol ülkesi değil” dedi.

 

“Sanayici finansmana erişimde zorlanıyor”

Türk sanayicisinin finansmana erişim noktasında yeterli desteği bulmakta zorlandığını söyleyen Karadeniz, “Sermaye sıkıntısı yaşayan Türk sanayicisi maalesef üretimi azaltacak hale geldi. Başta plastik sektörü olmak üzere, hammaddede dışa bağımlı olan, üretim ve istihdamı devam ettirmek isteyen sanayimiz, finansmana erişim konusunda destek bekliyor. Bugün birçok sanayicimiz, finansmana erişim konusunda zorluk yaşadıklarını, üretim yapamaz hale geldiklerini söylüyor” diye konuştu.

 

“Üretimden vazgeçme lüksümüz yok”

Ülkemizin orta ve uzun vadeli hedeflerine ulaşmasının yolunun, nitelikli ve katma değerli bir üretim hayatı için seferber olmasından geçtiğini bildiren çatı kuruluş PLASFED Başkanı, “Ülkemizin koşulları ne olursa olsun üretimden ve yatırımdan vazgeçme gibi bir lüksümüz yok. Sınırlı mali kaynaklarımızı en etkin şekilde kullanarak, üretime, teknolojiye odaklanmalıyız” dedi.

Üretim ve ihracatta daha yüksek katma değer sağlayabilmek için inovatif ürünlerin imal edilmesini öneren Karadeniz, kaliteden ödün vermeden maliyetleri düşürmenin bir yolu bulunup, katma değerin artırılması gerektiğine dikkat çekti. Sektörün kaliteden ödün vermeden küresel pazarlarda rekabetçi üretim ve ihracat olanaklarını artırması için Avrupa standartlarında ve çevreye uyumlu üretim yapılması gerektiğini kaydeden Karadeniz, Türk sanayicisinin en büyük gücünün üretim olduğunu belirtti.

Her koşulda yeni hikayeler yazabilme kabiliyetine sahip olan Türk sanayicisinin üretimini gerçekleştirirken büyük fedakarlık gösterdiğini ifade eden Karadeniz, bu durumun sürdürülebilir olmadığını vurguladı.

 

İmalat sanayi zayıflıyor

Türk imalat sektörünün Şubat 2025 PMI verilerinin 48,3 ile 50 eşik değerinin altında kalarak sektördeki daralmanın bir göstergesi olduğunu söyleyen Karadeniz, imalat sanayinde yaşanan bu gerilemenin kaygı verici olduğunu belirtti. Tam 11 aydır sürekli eşik değerin altında kalan PMI verilerinin sanayicinin içinde bulunduğu durumun bir neticesi olduğunu vurgulayan Karadeniz, “Her zaman söylediğimiz gibi üretim olmadan kalkınma olamaz. Sanayinin güçlenerek yoluna devam edebilmesi için üretimi odağına alan tüm politikaların devreye alınmasını bekliyoruz” dedi.

 

Devamını Oku

‘TÜKENMİŞ’ MİSİNİZ? 10 SORUDA TEST EDİN!

‘TÜKENMİŞ’ MİSİNİZ? 10 SORUDA TEST EDİN!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tükenmişlik Sendromu hızla yaygınlaşıyor!

Bağışıklığı zayıflatıyor, kalbi tehdit ediyor!

Tükenmişlik Sendromu ile mücadelede etkili önlemler!

Tükenmişlik Sendromu’nun 10 önemli belirtisi!

‘Kendimi tükenmiş hissediyorum’, ‘çok yorgunum’, ‘çalışmak istemiyorum, yataktan kalkmak bile çok zor geliyor’, ‘herkesi geride bırakıp kaçmak istiyorum’… Bu ve benzeri şikayetlerden yakınanların sayısı günümüzde hızla artıyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Nagihan Günal, “Tükenmişlik sendromu bireyin bağışıklık sistemini zayıflatabilir ve kişiyi soğuk algınlığı, grip ya da uykusuzluğa karşı daha duyarlı hale getirebilir. Uzun süre tedavi edilmeden ilerlemesine izin verilirse alkol bağımlılığından depresyona, diyabetten kalbe dek çok ciddi fiziksel veya psikolojik sorunlara yol açabilir” diyor. Psikiyatri Uzmanı Dr. Günal, tükenmişlik sendromunun kıskacında olup olmadığınızı anlamanızı sağlayacak 10 soruluk test hazırladı, kendinizi tükenmiş sendromundan korumak için alabileceğiniz önlemleri sıraladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

 

Modern çağın yol açtığı önemli sorunlardan biri; tükenmişlik sendromu! Günlük yaşamın aşırı koşuşturmacasında; aşırı iş yükünden ‘hayır’ diyememeye ve sınır koymada güçlük çekmeye, ekonomik zorluklardan mükemmeliyetçi kişilik yapısına dek bir çok faktör kişinin kendini tükenmiş hissetmesine yol açabiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Nagihan Günal “Günümüzde yoğun rekabet koşulları ve gelişen teknolojinin de etkisiyle işyerinde ve evde uzun çalışma saatleri, ekonomik sıkıntılar, toplumsal güvenlikle ilgili üzücü haberler ya da sosyal medyada insanların sürekli eğlendiği, mutlu olduğu, tatil yaptığı ütopik yaşamların gerçekliğine dair yanılsamalar gibi çok sayıda etken kişinin fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak yıpranıp kendini tükenmiş hissetmesine neden olabiliyor. İlk kez 1974 yılında Psikolog Freudenberger tarafından kullanılan tükenmişlik kavramı son 50 yıldır oldukça yaygın bir araştırma konusu olmakla birlikte, günümüz koşullarında görülme sıklığı hızla artmaktadır. Bireyin normal şartlarda profesyonel yaşamdaki kariyerinden, arkadaşlıklarından veya ailesindeki sosyal etkileşimlerinden aldığı keyfi azaltan, kendini başarısız ve değersiz görmesine neden olan tükenmişlik sendromu tıbbi bir tanı olmasa da ciddi ve mutlaka profesyonel psikolojik destek almayı gerektiren bir sorundur” diyor.

 

10 soruda ‘tükenmişlik’ testi!

 

Psikiyatri Uzmanı Dr. Nagihan Günal, hazırladığı 10 soruluk testte, yanıtlarınızın 5 ve üzeri  ‘evet’ olmasının, tükenmişlik sendromu yaşadığınız anlamına gelebildiğini belirterek “Tükenmişlik sendromu kendiliğinden geçebilen bir durum değildir, mutlaka psikolojik olarak destek almanız gerekir” diyor. İşte 10 soru;

  1. Kapana kısılmış gibi hissediyor musunuz?
  2. Çaresiz hissediyor musunuz?
  3. Üzüntülü, kederli ya da depresif hissediyor musunuz?
  4. Umutsuzluk duyuyor musunuz?
  5. Bıkkınlık hissediyor musunuz?
  6. Değersiz ve başarısız biri gibi hissediyor musunuz?
  7. İnsanlar tarafından hayal kırıklığına uğratılmış hissediyor musunuz?
  8. Fiziksel olarak hastalıklı hissediyor musunuz?
  9. Yorgunluk hissediyor musunuz?
  10. Uyumada zorluk çekiyor musunuz?

 

Baş ağrısından kalp hastalıklarına!

 

Tükenmişlik sendromu yaşayanların kendilerini sürekli yorgun hatta bitkin, tükenmiş hissettiklerini belirten Dr. Günal “Baş ağrısı, karın ağrısı, iştahta veya uykuda düzensizlik, duygudurumda değişiklikler, özellikle kaygılı ya da umutsuz hissetme en sık yaşanan belirtileridir. Bunun sonucu olarak kişiler, sosyalleşmeyi ve arkadaşlarına, aile üyelerine ya da iş arkadaşlarına güvenmeyi bırakarak izolasyona yönelebilirler. Hayata karamsar bakıp kendilerini çaresiz hissedebilirler. Tıpkı diğer kronik stres türleri gibi tükenmişlik sendromu da bireyin bağışıklık sistemini zayıflatabilir ve soğuk algınlığı, grip ya da uykusuzluğa karşı daha duyarlı hale getirebilir. Uzun süre tedavi edilmezse ilerleyerek alkol-madde bağımlılıkları, depresyon, kalp hastalığı ve diyabet gibi ciddi fiziksel veya psikolojik hastalıklara yol açabilir” diyor.

 

xxxxx Kutu Bilgisi xxxxxx

Tükenmişlik sendromundan korunmak için önlemler!

  • İş yükünüzü ve sorumluluğunuzu paylaşın, molalar verin.
  • Keyif aldığınız aktiviteleri sürdürün, yeni eğlenebileceğiniz aktiviteler bulun.
  • Ailenizle ve sevdiklerinizle daha fazla vakit geçirin, sosyal etkileşimleri artırın.
  • Mesai saatleri dışında odağınızı işten uzaklaştırın.
  • Zorlandığınızda, stres yükünüz arttığında ya da duygusal bir zorlanma yaşıyorsanız yardım istemekten çekinmeyin.
  • Beslenme ve uyku rutininizi oluşturun; sağlıklı beslenin, abur-cubur atıştırmalıklardan kaçının ve geceleri mutlaka 6-8 saat uyuyun.
  • Haftada 3-4 gün mutlaka egzersiz yapın.
  • Sigara ve alkolden uzak durun.
  • Gerekirse sorunlarınız ilerlemeden psikolojik destek alın.
Devamını Oku

SURİYEDE DENGELER DEĞİŞİYOR MU ?

SURİYEDE DENGELER DEĞİŞİYOR MU ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Alandaki gelişmeler Astana sürecinin sona erdiğini gösteriyor!

Türkiye, Münbiç bölgesindeki PYD/YPG’ye karşı bir harekât gerçekleştirebilir!

Suriye’de son dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendiren Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. İbrahim Arslan, çok fazla aktörün devrede olduğu Suriye krizinde, anlık gelişmelere bakarak, geleceğe yönelik öngörüde bulunmanın oldukça güç olduğunu belirtiyor.

Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Türkiye, Fırat’ın batısında bulunan Münbiç bölgesindeki PYD/YPG’ye karşı da Suriye Milli Ordusu ile bir harekât gerçekleştirebilir. Alandaki gelişmeler ve karşılıklı güven noksanlığı, Astana sürecinin sona erdiğini ya da alandaki gerçeklikler üzerinden yeni bir kurgunun yapılması gerektiğini göstermektedir.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. İbrahim Arslan, Suriye’de son dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.

Esad reform yapmak yerine sert müdahalelerde bulunmuştu…

Ortadoğu’da birçok devletin ciddi sarsıntılar geçirdiğine tanık olduğumuz Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte, halkının çoğunluğu Sünni olmasına karşın, Nusayri olan Beşar Esad yönetimindeki Suriye’de de iç karışıklıklar çıktığını hatırlatan Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Esad, iç istikrarın sağlanmasına yönelik olarak, halkın taleplerini dikkate alarak reform yapmak yerine, muhaliflerine karşı oldukça sert müdahalelerde bulundu. Bunun üzerine, Suriye’de yaşamlarını sürdürmelerinin mümkün olmayacağını gören Suriyeli muhalifler, diğer komşu ülkelerin yanı sıra, bölgenin en güvenlikli ülkesi olan Türkiye’ye de göç ettiler. Türk hükümetinin Suriye’den gelenlere karşı kolaylaştırıcı tutumu, Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin sayısını daha da artırdı.” diye anlattı.

Suriye çok parçalı bir yapıya dönüştü…

Doç. Dr. İbrahim Arslan, ABD, Rusya, İran ve Türkiye’nin de müdahil olduğu krize işaret ederek, “Suriye, genel olarak, kuzeydoğusunda ABD’nin desteğindeki PKK terör örgütünün parça yapısı olan PYD/YPG kontrolünde bir bölge, Türkiye’nin hemen güneyinde Fırat’ın batısında Türkiye’nin kontrolünde bir bölge, İdlib’de Suriyeli muhaliflerin kontrolünde bir bölge, Suriye rejiminin kontrolünde bir bölge ve Suriye’nin güneyinde IŞİD kontrolünde bir bölge olmak üzere çok parçalı bir yapıya dönüştü. Suriye krizi sürecinde 30 Aralık 2016’da Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğünde ateşkes ilan edildi. Görüşmelerin tarafsız bir yerde yapılması ihtiyacı üzerine Astana’da süreç başlatıldı ve ilk görüşme 2017’de gerçekleştirildi.” ifadesinde bulundu.

HTŞ; ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail tarafından destekleniyor!

Suriye’de son günlerde yaşananları değerlendiren Arslan, “Bu noktada, son gelişmelerle dikkatlerin yoğunlaştığı İdlib üzerinde durmak isterim. Suriye’de çatışmasızlık bölgelerinden biri olarak belirlenen İdlib’in nüfusu yaklaşık 4 milyondur; halen çok sayıda rejim muhalifine ev sahipliği yapmaktadır. Şehir, Ebu Muhammet Colani liderliğindeki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) tarafından yönetilmektedir. HTŞ, 2011’de El Kaide’ye doğrudan bağlı olarak Nusra Cephesi adı altında kuruldu. Grubun lideri Colani, 2016’da El Kaide ile saflarını ayırdı ve benzeri birkaç grupla birleşerek Heyet Tahrir eş-Şam adını alan örgütü kurdu. HTŞ bünyesinde beş farklı örgüt bulunmaktadır. HTŞ, her ne kadar Batı tarafından terör örgütü olarak görülse de ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail tarafından desteklendiği bilinmektedir. HTŞ, selefi anlayışa sahip radikal bir yapı olarak dikkat çekmesine rağmen, son zamanlarda ılımlı bir görüntü vermeye çalışmaktadır. Örgütün zaman zaman Türkiye’ye karşı olumsuz ve sert söylemleri olduğu da bir gerçeklik.” diye konuştu.

Suriye Milli Ordusu olarak adlandırılan yapı içinde yaklaşık 36 farklı örgüt var

“HTŞ, Türkiye tarafından da terör örgütü olarak tanınmaktadır.” diyen Doç. Dr. İbrahim Arslan, sözlerine şöyle devam etti:

“Türkiye’nin kontrolündeki bölgede bulunan ve Suriye Milli Ordusu olarak adlandırılan yapı içinde ise irili ufaklı yaklaşık 36 farklı örgüt bulunuyor. Suriye Milli Ordusuna dönüşmeden önce Özgür Suriye Ordusu olarak adlandırılan bu yapı, eğit-donat kapsamında başlangıçta ABD ve Türkiye tarafından teçhiz edildi. Daha sonra, 2015’te, ABD’nin eğit-donat programından çekilmesi üzerine, Türkiye’nin bu grup üzerindeki etkisi arttı. HTŞ ve Suriye Milli Ordusu, Suriye’de rejimin devrilmesini amaçlayan motivasyonla hareket etmekte.  27 Kasım 2024’te İdlib’den Halep istikametine hareket eden örgüt HTŞ olmakla birlikte, Suriye Milli Ordusuna bağlı bir kısım unsurun da bu örgütle birlikte hareket ettiği görülüyor.”

Farklı coğrafyalarda olsa da eş zamanlı gelişmeler birbiriyle bağlantılı…

Uluslararası ilişkilerde farklı coğrafyalarda olsa da eş zamanlı gelişmelerin birbiriyle bağlantısı olduğunu dile getiren Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Bu kapsamda öncelikle Rusya-Ukrayna Savaşının üzerinde durmak istiyorum. Bilindiği üzere NATO’nun doğuya doğru genişlemesinden rahatsız olan Rusya, Ukrayna’nın NATO ve AB üyeliği perspektifini engellemek maksadıyla, 2014’te, Ukrayna’ya ait olan Kırım’ı işgal etti. Ardından, Ukrayna’nın doğusunda, Rus asıllıların yaşadığı gerekçesiyle fiili bir durum yaratarak Donbas bölgesine özel bir operasyon başlatan Rusya, ilerleyen süreçte, Kırım gibi bu bölgeyi de işgal ve ilhak etti. Rusya-Ukrayna Savaşı halen devam etmektedir.” dedi.

50 binden fazla Filistinli, İsrail tarafından gerçekleştirilen askeri operasyonlarda hayatını kaybetti

Üzerinde durulması gereken bir başka önemli gelişmenin de HAMAS-İsrail çatışması olduğunu kaydeden Arslan, “HAMAS’ın 7 Ekim 2023’te Gazze’den yaklaşık 5 bin roketle başlattığı Aksa Tufanı operasyonu, İsrail’in önce Gazze, ardından Batı Şeria ve Lübnan’da askerî harekât icra etmesine gerekçe teşkil etti. Gelinen noktada 50 binden fazla Filistinli, İsrail tarafından gerçekleştirilen askeri operasyonlarda hayatını kaybetti, İsrail’in saldırıları halen devam etmektedir. Süreç içinde İran ve Suriye toprakları da İsrail saldırılarına maruz kaldı.” diye konuştu.

HTŞ’yi harekete geçiren esas motivasyon ne?

Suriye’deki rejimin, Lübnan’da İsrail’e karşı güç kaybeden Hizbullah’ın yarattığı boşluğu kapatmak üzere, Halep’teki güçlerini İsrail’den gelebilecek bir saldırıyı önlemeye yönelik olarak güneye kaydırması ve Halep’i PYD/YPG’ye bırakmasının, İdlib’deki HTŞ unsurları için Halep’in ele geçirilmesine yönelik bir fırsat doğduğu yönünde algılandığını kaydeden Doç. Dr. İbrahim Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“ABD’nin 1979’dan bu yana uyguladığı yaptırımlardan dolayı güç durumda bulunan İran’ın; Lübnan’da desteklediği Hizbullah’ın İsrail karşısında başarılı olamaması ve bu örgütün üst düzey 19 yöneticisini İsrail saldırıları sonucunda kaybetmesi nedeniyle bölgedeki etkisi en alt düzeye indi. Aynı dönemde Batı silahlarıyla desteklenen Ukrayna karşısında istediği sonucu alamayan Rusya’nın da dikkatini bir başka bölgeye çevirebilecek durumda olmaması, HTŞ tarafından, Suriye rejimine karşı harekete geçilmesi gereken anın geldiğine dair inancı güçlendirdi. Suriye rejimini destekleyen Rusya ve İran’ın içinde bulunduğu zor durum, HTŞ’yi harekete geçiren esas motivasyon olarak görülmektedir.”

Bölgede çatışmalar yeniden şiddetlenebilir…

HTŞ ile Suriye Milli Ordusunun bir kısmının çok kısa sürede Halep’i ele geçirmesi ve Hama’ya doğru ilerlemesinin yanı sıra, Suriye Milli Ordusunun PYD/YPG’nin kontrolünde bulunan Tel Rıfat’ı ele geçirmesinin, “Suriye’de dengeler değişiyor mu?” sorusunu gündeme getirdiğini anlatan Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Çok fazla aktörün devrede olduğu Suriye krizinde, anlık gelişmelere bakarak, geleceğe yönelik öngörüde bulunmanın oldukça güç olduğunu belirtmek isterim. Bunun için biraz daha beklemek gerektiğine inanıyorum. Nitekim, bu düşüncemizi doğrular biçimde, 2 Aralık Pazartesi günü Rusya ve İran, Suriye rejimine koşulsuz desteklerini açıkladılar. İlave olarak Putin, Suriye’deki Rus güçlerinin komutanını değiştirdi. Bu gelişmelerle birlikte Esad’ın ülkede zorla askere alma uygulamasını başlattığına dair bilgiler gelmektedir. Bu durum, bölgede çatışmaların yeniden şiddetleneceğine dair ipuçları vermektedir.” şeklinde konuştu.

Türkiye, Fırat’tın doğusunda ve batısında kontrol sağladı… 

Türkiye’nin, güneyinde Akdeniz’e çıkışı olacak bir terör yapılanmasını önlemek maksadıyla, 2016, 2018 ve 2019’da Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı olarak adlandırdığı operasyonlarla, arada boşluk olmakla birlikte, Fırat’tın doğusunda ve batısında kontrol sağladığını kaydeden Doç. Dr. İbrahim Arslan, şöyle devam etti:

“Türkiye, Fırat’ın doğusunda ABD’nin desteklediği PYD/YPG terör oluşumunu dikkate alarak, bu oluşumun etkisiz hale getirilmesi ve Türkiye’deki Suriyelilerin, Suriye’nin kuzeyinde emniyetli bir bölgede yaşamalarını sağlayacak bir sahanın elde bulundurulması için Suriye’den erken bir tarihte çekilmek istememektedir. Buna karşılık Rusya ve İran’ın desteklediği Esad, Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki askeri varlığını çekmesini istemekte, bu durumun gerçekleşmemesi halinde, Türkiye ile müzakere masasına oturmamakta ısrarcı olacağını ortaya koymaktadır. Şam rejimi, ABD’nin desteklediği PYD/YPG yapılanmasını, Türkiye’nin aksine, bir tehdit olarak görmemektedir.”

Rusya ve İran, son harekatın Türkiye’nin bilgisi dahilinde gerçekleştiğine inanıyor

Rusya ve İran’ın, HTŞ ve Suriye Milli Ordusunun bir kısmının birlikte gerçekleştirdiği son harekatın, en azından, Türkiye’nin bilgisi dahilinde gerçekleştiğine inandığını dile getiren Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Buna karşın Türk Dışişleri yetkilileri, İran dahil, bölgedeki tüm başkentlerle iletişimini sürdürmekte ve gelişmeleri yakından takip ettiğini ifade etmektedir. HTŞ’nin gerçekleştirdiği ve Esad’ı müzakere masasına oturmaya zorlama potansiyeli olan bu harekâta, Suriye rejimi müttefikleriyle birlikte karşılık vereceğini açıkladı. Rusya ve İran’ın bu yöndeki açıklamalarını birlikte değerlendirdiğimizde, önümüzdeki günlerde, başta Halep olmak üzere HTŞ’ye karşı özellikle yoğun hava saldırılarının başlatılacağını söyleyebiliriz. İran’ın; HTŞ’nin gerçekleştirdiği saldırılarda Türkiye’yi suçlaması halinde İsrail, Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirmek maksadıyla, barış anlaşması imzaladığı Lübnan’ın yanı sıra Filistinlilerle de barış görüşmelerine başlayabilir. Bu durum, Halep’teki HTŞ’ye karşı kullanılmak üzere, Lübnan’daki Hizbullah üzerindeki baskıyı ortadan kaldırır, İran’ın elini rahatlatır.” diye konuştu.

Türkiye, Fırat’ın batısında bulunan Münbiç bölgesinde harekat gerçekleştirebilir

Suriye’nin; güneyindeki güçlerini Halep’in tekrar alınması için kuzeye kaydırmasının, son dönemde, 1967’den bu yana işgali altındaki Golan Tepelerinde bulunan mayınları kaldıran İsrail için Şam’ın güneyinden PYD/YPG kontrolündeki bölge istikametinde, Suriye içlerine saldırıya geçmesine uygun bir zemin hazırlayabileceğini kaydeden Doç. Dr. İbrahim Arslan, sözlerini şöyle tamamladı:

“İsrail güçleriyle birleşmeye yönelik olarak, PYD/YPG’nin de Suriye’nin güneyinden Golan Tepelerine doğru ilerlemesi mümkündür. Türkiye, PYD/YPG’nin böyle bir girişimde bulunmasına izin vermeyecektir. İlave olarak Türkiye, Fırat’ın batısında bulunan Münbiç bölgesindeki PYD/YPG’ye karşı da Suriye Milli Ordusu ile bir harekât gerçekleştirebilir. Alandaki gelişmeler ve karşılıklı güven noksanlığı, Astana sürecinin sona erdiğini, ya da alandaki gerçeklikler üzerinden yeni bir kurgunun yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu vesileyle, 27 Kasım’da başlayan hareketlilikte öne çıkan HTŞ’nin Halep saldırısı esnasında kullandığı silahların ve uyguladığı yöntemlerin, örgütün, iyi teçhiz edildiğini ve bilinçli yönlendirildiğini gösterdiğini de vurgulamalıyım. Terör örgütü olarak ilan edilseler de bu tür yapıların, günümüzde, ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek isteyen tüm devletler için oldukça kullanışlı aparatlar olduğunun altını çizmek isterim.”

Devamını Oku
error: Content is protected !!