DOLAR 34,7438 0.07%
EURO 36,6047 0.28%
ALTIN 2.957,500,49
BITCOIN 3297701-1.31962%
Trabzon

AÇIK

06:34

SABAHA KALAN SÜRE

HAFTANIN GÜNDEMİ

HAFTANIN GÜNDEMİ

02 Aralık 2024 Pazartesi

F-35 Sorunu Trump ile Çözülebilecek mi?

F-35 Sorunu Trump ile Çözülebilecek mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ABD’deki son başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın kazanmasını ve bunun uluslararası etkilerini değerlendiren Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, seçim sonrası olası Türkiye ile ABD ilişkilerine dikkat çekerek, “Trump’ın yeni döneminde ABD-Türkiye ilişkileri bir dizi konu üzerinden teste tabi tutulacaktır. Bunlardan biri F-35 sorunudur.” dedi.

Trump döneminde çözüm beklenen bir diğer sorunun ise ABD’nin YPG’ye desteği olduğunu da dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, “Trump, ABD’nin uzak bölgelerdeki askeri faaliyetlerini ve finansal desteğini kısarak daha içe dönük politika benimsemektedir. Bu çerçevede, Suriye’deki Amerikan askeri varlığının azaltılması ve YPG’ye verilen desteğin esnetilmesi ile Türkiye’ye alan açma ihtimali bulunmaktadır.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, ABD’deki son başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın kazanmasını ve bunun uluslararası etkilerini değerlendirdi.

 

Seçim sürecinde kutuplaştırıcı söyleme şahitlik edildi

 

İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık seçimleri kampanya sürecini ele alan Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, “Kampanya sürecinde Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump ve Demokrat Parti adayı Kamala Harris’in kutuplaştırıcı söylem ile gelecek vaatlerinden ziyade birbirleri üzerine kampanya stratejisi uyguladığı bir sürece şahitlik edildi. Amerikan halkına uygulanan anketlerde iki aday çok yakın oy oranına sahip gibi görünürken ABD basını da bir yandan kutuplaştırıcı söylemle adayların taraftar gruplarında safları sıklaştırma çabasına girerken diğer yandan da destekledikleri adayın anketlerde önde olduğuna dair haberler servis ettiler. Ancak kıyasıya rekabet ve anketlerde öngörülen adaylar arasındaki yakın markajın aksine Donald Trump seçimlerde beklenmedik bir başarı göstererek açık ara bir farkla seçimleri kazanmayı başardı.” dedi.

Trump’ın ekonomik alandaki vaatleri de etkili oldu

Donald Trump’ın beklenmedik başarısına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, “Bu başarı, kampanya sürecinde selefi olan Joe Biden yönetiminin bazı politikalarının başarısızlığına yönelik eleştirileri, geçmiş kampanyalardan bu yana sürdürdüğü göçmen karşıtlığı, özellikle ekonomik alandaki vaatleri ve barışçıl politikaları ile açıklanabilir. Buna ek olarak rakibi Kamala Harris’in kimlik siyasetine vurgu yapan özgürlük vaatlerinin halk nezdinde karşılık bulamaması da Trump’ın başarısına katkı sağlamış olabilir.” diye konuştu.

Trump’ın zaferinde Afrikalı-Amerikalı ve Latin Amerika kökenli seçmenlerin desteği var

New York Times gazetesine göre, Trump’ın zaferinde önemli bir etkenin de Harris’in seçmen kitlesi olarak beklenen Afrikalı-Amerikalı ve Latin Amerika kökenli seçmenlerden aldığı destek olduğunu kaydeden Dr. Karana, “Bunun yanı sıra, Harris’in seçim vaatleri yerine rakibi Trump’a odaklanarak yarışı kişiselleştirmesi, seçmen arasında olumsuz bir tepki uyandırmış ve bu durum, bazı seçmenlerin Trump’a destek vermesine neden olmuş olabilir.” şeklinde konuştu.

F-35 sorunu Trump ile çözülebilecek mi?

Seçim sonrası olası Türkiye ile ABD ilişkilerini de değerlendiren Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, şöyle devam etti:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Donald Trump ile geçmiş dönemde ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. 2019 yılında Trump’ın diplomatik dili yok sayan bir üslupla kaleme aldığı mektup ve Twitter üzerinden Türkiye ekonomisine yönelik tehditvari şekilde paylaşımları ilişkilerin soğumasına yol açsa da Trump ile Erdoğan arasındaki samimiyet nedeniyle seçim sonuçlarını Erdoğan ‘dostum’ diyerek sıcak bir şekilde kutlamıştır. Yine de Trump’ın yeni döneminde ABD-Türkiye ilişkileri bir dizi konu üzerinden teste tabi tutulacaktır. Bunlardan biri F-35 sorunudur. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alması, ABD’nin F-35 savaş uçaklarını Türkiye’ye teslim etmemesine neden olmuştur. Bu sorunun Trump yönetimi döneminde çözüme kavuşturulması beklenmektedir.”

Suriye’deki Amerikan askeri varlığının azaltılması…

Trump döneminde çözüm beklenen bir diğer sorunun ise ABD’nin YPG’ye desteği olduğunu da dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, “Trump, ABD’nin uzak bölgelerdeki askeri faaliyetlerini ve finansal desteğini kısarak daha içe dönük politika benimsemektedir.  Bu çerçevede, Suriye’deki Amerikan askeri varlığının azaltılması ve YPG’ye verilen desteğin esnetilmesi ile Türkiye’ye alan açma ihtimali bulunmaktadır.” dedi.

Trump’ın bu savaşı tek başına sona erdirmesi mümkün olmayabilir 

Trump’ın başkanlık seçim kampanya döneminde seçilmesi halinde Ukrayna-Rusya savaşını bitireceğine ilişkin sıklıkla vurgu yaptığını kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, “Bu durumda Trump yönetiminin Biden yönetiminin Ukrayna’ya sağladığı askeri ve ekonomik yardımları keserek Ukrayna’yı Rusya ile masaya oturmaya zorlaması beklenebilir. Ancak Rusya tehdidini yakın ve yoğun hisseden Avrupa Birliği’nin Ukrayna’ya desteğinin devam edeceği de öngörülebilir. Dolayısıyla, Trump’ın rolü önemli olsa da Rusya ve Ukrayna’nın barış için karşılıklı taviz vermesi ve AB’nin kendini güvende hissetmesi sağlanmadıkça, Trump’ın bu savaşı tek başına sona erdirmesi mümkün olmayabilir.” şeklinde konuştu.

Ukrayna-Rusya savaşının sona ermesi kime yarıyor?

Dr. Karana, bu savaşın sona ermesinin Türkiye açısından olumlu sonuçlar oluştursa da Ukrayna’nın doğusunun ayrılmasıyla toprak bütünlüğünü zedeleyecek bir barışın zorlanmasının Rusya’nın elini güçlendirerek Avrupa kıtasındaki güç dengelerini yakın gelecekte sarsabileceğini söyledi. Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, “Trump yönetiminin göz yumması sonucunda Rusya’nın etkinlik alanını genişletmesi, Avrupa ülkelerinin Rusya’ya yönelik tehdit algısını artırırken orta vadede bölgenin istikrarına zarar verebilir.” diye konuştu.

Türkiye-ABD çıkar çatışması Filistin-İsrail meselesi üzerinden yaşanabilir

Demokratlar’ın, Biden yönetimi döneminde İsrail’e destek verirken, Harris’in kampanyası sırasında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına eleştirel bir yaklaşım sergilemesinin, seçmenlerde ikiyüzlü bir politika izlenimi yarattığını da anlatan Dr. Karana, “Trump’ın barış söyleminin İsrail-Filistin çatışmasını kapsayıp kapsamadığı belirsizliğini koruyor. Bu nedenle Trump’ın yeni başkanlık döneminde, Türkiye ile ABD’nin ana çıkar çatışması durumu Filistin-İsrail meselesi üzerinden yaşanabilir. Trump’ın kampanya söylemlerine bakıldığında, İsrail’in saldırıları süresince İsrail’e destek verdiği ve Başbakan Binyamin Netanyahu ile yakın ilişkiler kurduğu görülmektedir. Dolayısıyla, barış yanlısı bir söylem dile getirse de Trump’ın Filistin-İsrail meselesinde iki devletli bir çözüm tarafında olmayacağı öngörülebilir. İsrail destekçisi politikaları da Trump yönetimini Erdoğan yönetimiyle karşı karşıya getirebilir.” dedi.

ABD-Çin çekişmesi uluslararası ticareti etkileyerek Türkiye’ye yansıyabilir

Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, Donald Trump’ın 2016-2020 başkanlık döneminde Çin’i uluslararası alanda ABD’nin önemli bir rakibi olarak konumlandırdığını ve Çin’in Amerikan ekonomisini adil olmayan ticaret anlaşmaları ile zarara uğrattığını savunarak Çin’e karşı bir ticaret savaşı başlattığını hatırlattı. Dr. Karana, “Bu yeni dönemde Trump bu politikasını sürdürerek Biden döneminin Rusya’yı hedefe oturtan yaklaşımının aksine Çin’i ABD’nin ana rakibi olarak görebilir. Bu durumda ABD-Çin çekişmesinin uluslararası ticareti etkileyerek bütün dünya ülkeleriyle birlikte Türkiye’ye yansıması beklenebilir.” diye konuştu.

Trump, Musk’a kabinedeki bakanları denetleme yetkisi verdi

ABD’li milyarder Elon Musk’ın, Trump’ın kampanyasına 15 milyon dolar vererek katkıda bulunduğunu ve karşılığında Trump’ın zaferi ile birlikte 15 milyar dolar kazandığını da kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Selin Karana, “Musk’ın kampanya sürecinde kendi sahibi olduğu Twitter (X) üzerinden Trump’a desteği Trump’ın kazanmasında rol oynamıştır. Trump bu desteğin karşılığı olarak Musk’a kabinedeki bakanları denetleme yetkisini vermiştir. Trump’ın yeni döneminde medya ve siyasetinin Amerikan demokrasisini kıskaca alacağını öngörebiliriz.” şeklinde sözlerini tamamladı

Devamını Oku

Esad’ın Af Kararı, Suriyeli Sığınmacıların Geri Dönüşüne Etki Edebilir mi?

Esad’ın Af Kararı, Suriyeli Sığınmacıların Geri Dönüşüne Etki Edebilir mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın af kararı ve Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar konusunu değerlendiren Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşleri insani, Türkiye ve Suriye açısından iç ve dış politik boyutları olan bir konudur.” dedi.

 Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların büyük bir kısmının, rejime muhalefet ya da rejim baskısı nedeniyle Türkiye’de bulunduğunu hatırlatan Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Bu kişilerin ülkelerine döndüklerinde kendilerinin ve yakınlarının can güvenliklerinin sağlanacağı, kamu hizmetine erişimde sıkıntıyla karşılaşmayacakları, iç karışıklık öncesinde sahip oldukları mal varlıklarının iade edileceği ve gündelik yaşamlarını sürdürme konusunda Suriye yönetiminden kaynaklanan herhangi bir baskıyla karşılaşmayacaklarına ikna edilmeleri gerekmektedir.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Programı öğretim üyesi Doç. Dr. İbrahim Arslan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın çıkardığı af kararı ve Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların dönüş sürecine dair değerlendirmelerde bulundu.

Affın Suriyeli sığınmacılar üzerindeki etkisi ne olacak?

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın, 22 Eylül 2024 tarihinden önce suç işleyenler için af çıkardığını hatırlatan Doç. Dr. İbrahim Arslan, af kararnamesinin topluma ve devlete ciddi saldırı teşkil eden bazı suçlar, rüşvet, sahtecilik ve genel ahlaka aykırı bazı kabahatleri kapsamadığını dile getirdi.

Suriye’de yaşayanların üç ay, Suriye dışında yaşayanların ise dört ay içinde aftan yararlanmak için ilgili makamlara başvurmak zorunda olduğunu da kaydeden Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Bu sürelerin aşılması halinde, aftan yararlanmak mümkün olmayacaktır. Türkiye açısından af kararı kapsamında ‘Suriye’de ilan edilen af, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların geri dönme isteğini nasıl etkileyebilir?’, ‘Affın kapsamı ve koşulları göz önünde bulundurulduğunda, geri dönmek isteyen sığınmacıların karşılaşabileceği potansiyel riskler nelerdir?’, ‘Bu riskler, sığınmacıların geri dönüş kararını etkiler mi?’ ve ‘Sığınmacıların güvenli bir şekilde geri dönüşü için neler yapılabilir?’ sorularının yanıtlarının bulunması önemli görülüyor.” dedi.

Türkiye’nin son dönemde Suriye’ye yönelik dış politikasındaki değişime dikkat…

Geçmişte Esad rejiminin benzer af kararları çıkardığını hatırlatan Doç. Dr. İbrahim Arslan, şöyle devam etti:

“Suriye’de 2011’den bu yana devam eden iç karışıklık süresince Suriye yönetimince yaklaşık yirmi kez af çıkarıldığı göz önünde bulundurulduğunda, ilk bakışta, 22 Eylül 2024 tarihinden öncesinde işlenen suçlara yönelik affın, önceki af kararlarından farksız olduğu ve Türkiye’deki sığınmacılar için herhangi bir tutum değişikliğine neden olmayacağı öngörülebilir, ancak bu yaklaşımın, Türkiye’nin son dönemde Suriye’ye yönelik dış politikasındaki değişimi göz ardı ettiği ifade edilmelidir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beşar Esad ile görüşmek istemesi…

Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 21 Eylül 2024 tarihinde, “Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkileri normalleştirmek amacıyla Beşar Esad ile görüşmek istedik. Şimdi karşı tarafın cevabını bekliyoruz.” açıklamasında bulunduğunu da kaydeden Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Bu noktadan hareketle Esad’ın, Erdoğan’ın açıklaması ile aynı döneme denk gelen af kararnamesinin dikkat çekici olduğu belirtilmelidir. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşleri insani, Türkiye ve Suriye açısından iç ve dış politik boyutları olan bir konudur. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların büyük bir kısmı, rejime muhalefet ya da rejim baskısı nedeniyle Türkiye’de bulunmaktadır. Bu kişilerin ülkelerine döndüklerinde kendilerinin ve yakınlarının can güvenliklerinin sağlanacağı, kamu hizmetine erişimde sıkıntıyla karşılaşmayacakları, iç karışıklık öncesinde sahip oldukları mal varlıklarının iade edileceği ve gündelik yaşamlarını sürdürme konusunda Suriye yönetiminden kaynaklanan herhangi bir baskıyla karşılaşmayacaklarına ikna edilmeleri gerekmektedir.” diye konuştu.

Sorunun çözümü için Türkiye’nin Rusya’yla birlikte hareket etmesinin önemi…

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar konusunun, son dönemde, Türk kamuoyunda sıkça tartışılan başlıkların ön sıralarında yer aldığını, iktidar ve muhalefeti ciddi olarak karşı karşıya getirdiğini de ifade eden Doç. Dr. İbrahim Arslan, şunları dile getirdi:

“Düzensiz göç bağlamında, Türkiye’ye gelen diğer göçmenler gibi Suriyeli sığınmacıların da önümüzdeki süreçte, başta iç güvenlik olmak üzere Türkiye’de ciddi sorunlara neden olabileceği görüşü, Türk kamuoyunda ağırlık kazanmaktadır. Türkiye’de yaklaşık 13 yıllık bir süre içinde oluşan bu sorunun çözümü, partiler üstü bir anlayışı gerekli kılmaktadır. Bu kapsamda, Suriyeli sığınmacıların insan hak ve onuruna yakışır biçimde ülkelerine dönmelerinin sağlanmasına yönelik olarak TBMM’de grubu olan partilerin katılımıyla bir yol haritasının belirlenmesi ve Suriye hükümetinin daha kapsamlı ve cesaretli adımlar atması noktasında teşvik edilmesi önemli görülmektedir. Sorunun çözümü için Türkiye’nin Rusya’yla birlikte hareket etmesinin, Beşar Esad’ın sürece desteğini sağlayacağı/artıracağı öngörülebilir.”

Suriyeli sığınmacıların dönüşlerinin sağlanmasına yönelik yol haritası… 

Doç. Dr. İbrahim Arslan, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşlerinin sağlanmasına yönelik olarak belirlenecek yol haritasında “Suriyeli sığınmacıların insan haklarına uygun biçimde ülkelerine dönüşlerinin ve ülkelerinde emniyetli biçimde hayatlarını idame etmelerinin sağlanmasına zemin teşkil edecek yasal düzenlemelerin Suriye hükümetince yapılması”,         Suriye’nin toprak bütünlüğünün esas alınması”, “Türkiye-Suriye arasında kapsamlı iyi komşuluk, güvenlik ve işbirliği anlaşmasının imzalanması (İsrail’in bölgedeki saldırgan tutumunu artırdığı konjonktürde, Türkiye-Suriye yakınlaşması daha da kolaylaşabilir.)”, “Suriye’nin yeniden inşasına yönelik alınabilecek tedbirler”, “Suriye’deki sürecin izlenmesine yönelik olarak -mümkünse BM’nin öncülüğünde- Rusya, İran ve Türkiye’nin katılımıyla bir uluslararası mekanizmanın oluşturulması”, “Uygun koşulları sağlamadığı tespit edilen Suriyeli sığınmacılara verilen Türk vatandaşlığının yeniden gözden geçirilmesi” konuları üzerinde durulmasının gerektiğini de vurguladı.

Suriyeli sığınmacıların insan haklarına uygun biçimde ülkelerine dönüşleri nasıl olacak?

“Suriyeli sığınmacıların insan haklarına uygun biçimde ülkelerine dönüşlerinin ve ülkelerinde emniyetli biçimde hayatlarını idame etmelerinin sağlanmasına zemin teşkil edecek yasal düzenlemelerin Suriye hükümetince yapılması” konusuna da dikkat çeken Doç. Dr. İbrahim Arslan, üzerinde durulmasının gereken diğer konuları da şöyle sıraladı:

“Suriye’nin toprak bütünlüğünün esas alınması; Türkiye-Suriye arasında kapsamlı iyi komşuluk, güvenlik ve iş birliği anlaşmasının imzalanması (İsrail’in bölgedeki saldırgan tutumunu artırdığı konjonktürde, Türkiye-Suriye yakınlaşması daha da kolaylaşabilir.); Suriye’nin yeniden inşasına yönelik alınabilecek tedbirler; Suriye’deki sürecin izlenmesine yönelik olarak -mümkünse BM’nin öncülüğünde- Rusya, İran ve Türkiye’nin katılımıyla bir uluslararası mekanizmanın oluşturulması; Uygun koşulları sağlamadığı tespit edilen Suriyeli sığınmacılara verilen Türk vatandaşlığının yeniden gözden geçirilmesi.”

Kapsamlı ve uzun soluklu diplomatik çabayı gerektiriyor

Doç. Dr. İbrahim Arslan, sözlerini şöyle tamamladı:

“Sonuç olarak; Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşlerinin, Beşar Esad’ın imzaladığı son kararname çerçevesinde, sadece kendi isteklerine bırakılabilecek bir mesele olmadığı düşünülmekte; çözüme ulaşılabilmesinin kararlılıkla, iç kamuoyunda ortak tutum geliştirerek, Suriye hükümeti ve muhalifler de dahil olmak üzere ilgili tüm tarafların taleplerini dikkate alan, kapsamlı ve uzun soluklu diplomatik çabayı gerektirdiği değerlendirilmektedir.”

Devamını Oku

YASED (OVP)ORTA VADELİ PROĞRAMI DEĞERLENDİRDİ

YASED (OVP)ORTA VADELİ PROĞRAMI DEĞERLENDİRDİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Orta Vadeli Program (OVP), kamunun 3 yıllık bir perspektifle kamu maliyesi politikalarının ile büyüklüklerin kamuoyuyla paylaşıldığı ve bununla tutarlı yapısal alandaki önceliklerin ve politikaların ortaya konulduğu çok değerli bir politika belgesidir.

Bu sene açıklanan OVP, geçen sene uygulanmaya başlanan politikaların sonuçlarının gözlemlenmeye başlandığı bir ortamda ve ortaya konulan hedeflerine ulaşılması açısından çok kritik olan bir dönemi de içermekte.

OVP’yi iki açıdan değerlendirmek isteriz:

Birincisi ortaya konan makroekonomik çerçeve ve hedefler.

Açıklanan son göstergeler, büyümede dengelenmeyi ve iç talepte azalışı hedefleyen programın bu yönde ilerleme kaydettiğini göstermekte. Enflasyonun son dönemde azalmaya başladığı görüyoruz.

2024 yılı OVP’sini, bir önceki yıla göre istihdam, cari açık, bütçe dengesi ve kur gibi alanlarda daha iyi bir performans sergilediğini görmekteyiz. OVP’nin 2024 yılı büyüme ve enflasyon hedeflerinde ise sapma mevcut. Bu durumun yeni OVP’de dikkate alınarak orta vadede hedeflenen makroekonomik patikaya yakınsayacak şekilde hedeflerin güncellendiğini görüyoruz.

YASED olarak 2024 yılı OVP’si ile ortaya konan yaklaşımı desteklediğimizi ifade etmiştik. Uygulama sürecinde de Cumhurbaşkanı Yardımcımız ve Hazine ve Maliye Bakanımız başta olmak üzere ekonomi bürokrasimizle yakın temas içinde bulunduk.

Kamu maliyesi ve onun sürdürülebilirliği açısından bütüncül bir reform gündeminin hayata geçirilmesinin önemli olduğuna inanıyoruz. Bu reformların ülkemizin yatırım ortamının ve firmalarımızın rekabetçiliğini koruyacak tedbirlerle desteklenmesi de gerekiyor, bu alanda da Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu kapsamında istişare ve programın takibi değerli olacaktır.

Bu süreçte daha da güçlendirilmesi gerektiğini düşündüğümüz alan, düzenlemelerin ekonomik etki ve katkısının daha net bir şekilde belirlenmesi ve özel sektör ile iletişiminin daha yakın bir koordinasyon içinde gerçekleştirilmesi. 2025 yılında bu konuya daha fazla odaklanılması, makroekonomik programın öngördüğü zor bir geçiş dönemini yaşana firmaların yönetmekte, genel merkezlerine anlatmakta zorlanacağı anlık sürprizlerle karşılaşmalarını önleyici bir yaklaşımın benimsenmesi büyük önem taşıyor.

İç talebin daraldığı, maliyetlerin görece yükseldiği zamanlarda üretimin başka ülkelere kayma ihtimali de bir risk unsuru oluşturuyor. Böyle zamanlarda geçici de olsa sadece üretimi değil, Ar-Ge ve verimlilik artışına yönelik projeleri de üretimin kaydığı lokasyonlara kaybetme riski var. Bu durum mühendislik yetkinlikleri ve yüksek üretim standartlarına dayalı mevcut rekabet avantajımızın da aşınmasına neden olmasının önüne geçebilmek için reform sürecinden geçen vergi ve teşvik sistemlerimizin bu dönüşümlere duyarlı bir şekilde ele alınmasını önemli görüyoruz.

OVP’de enflasyondaki düşüşün devamını temel hedef edinmiş bir politika çerçevesini görmek ancak uzun soluklu bir disiplinle uygulandığında başarıya ulaşabilecek makroekonomi politikalarının sürdürülebilirliği açısından önemli. Çünkü enflasyon ve onun yarattığı belirsizlik yatırım kararlarının alınmasının önündeki en büyük engel. 2024 yılında ekonomik aktivitedeki yavaşlamanın dezenflasyon sürecine katkısını gecikmeli de olsa gözlemledik. Hedeflenen enflasyona ulaşabilmek için yeni dönem OVP’nin kararlılıkla uygulanması gerektiğine inanıyoruz.

İkinci önemli konu da sektörel öncelikler yani diğer bir ifadeyle yapısal reformlar.

Makroekonomik alandaki politikalarla iç talepte sağlanan azalışın, üretim yani arzın artırılması yönündeki yapısal reformlarla desteklenmesi önemli. Büyüme, ancak bu kompozisyonda gerçekleşirse, enflasyon üzerinde baskı yaratmayan ve dezenflasyonist sürece katkı sağlayan sonuçlar doğurabilir.

Enflasyonun OVP’de 2025 yılı için belirlenen iddialı hedeflere ulaşabilmesi için bu yaklaşım çok önemli. Bu nedenle, OVP’de yer alan yapısal reform gündeminin kararlılıkla ve hızla hayata geçirilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. OVP’nin çizdiği çerçeveyi takiben yıl başında açıklanacak Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programlarında burada öncelik verilen alanlara dair somut adımları görmeyi arzu ediyoruz.

Üretimi ve arzı artıracak yatırımların yapılabilmesi için yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik ihtiyaç duyulanları başta YOİKK olmak üzere tüm platformlarda dile getirmeye devam ediyoruz. Bu sene YOİKK çalışmaları çok yoğun bir çalışma takvimiyle ilerledi. Öncelikli gündem maddelerimiz arasında yer alan kişisel verilerin yurtdışına aktarımı konusunda önemli ilerleme kaydettik, AB ile uyumlu bir emisyon ticaret sistemini hedefleyen İklim Kanunumuzun meclis açıldığında hızlıca yasalaşmasını bekliyoruz. Dijital ve yeşil dönüşümün düzenleme ayağını ilgilendiren konularda daha hızlı hareket etmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

Geçtiğimiz dönemdeki uluslararası doğrudan yatırım (UDY) girişlerini değerlendirecek olursak, bu yılın ilk altı ayında ülkemizde 4,7 milyar dolar düzeyinde UDY girişi gerçekleştiğini görüyoruz. Ülkemizin küresel UDY akımlarından yüzde 1,5 pay alma hedefi ile kıyaslandığında, ki bu sene için yaklaşık 18-20 milyar bandında bir yatırım büyüklüğüne karşılık geliyor, mevcut rakamların potansiyelimizi tam olarak yansıtmadığını görüyoruz. YASED CEO’larına yönelik gerçekleştirdiğimiz anketimizin Haziran dönemi sonuçlarına dayanarak, önümüzdeki altı ayda makroekonomik istikrar ve düzenleyici çerçevede yaşanabilecek iyileşmelerin, YASED üyeleri tarafından en az 13,1 milyar dolarlık ek bir yatırım kararını tetikleyebileceğini tahmin ediyoruz.

YASED olarak, önümüzdeki dönemde de ülkemizin üretimine, istihdamına ve ihracatına ekonomimizin tüm sektörlerinde faaliyet gösteren üyelerimizle katkı vermeye devam edeceğiz.

OVP’nin ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyoruz.

Devamını Oku

Hamas Lideri Haniye Suikastının Sonuçları ve Bölgedeki Etkileri Ne Olacak?

Hamas Lideri Haniye Suikastının Sonuçları ve Bölgedeki Etkileri Ne Olacak?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hamas lideri Haniye suikastının sonuçları ve bölgedeki etkileri ne olacak?

Batı ittifakının sağlamlaştırılması mı hedeflendi?

Siyaset Bilimci Prof. Dr. Arıboğan:

“İsrail, Batı dünyasında ‘şeytan’ olarak görülen İran ile Hamas’ı aynı pakete sokarak, ‘mağdur Filistin’ imajını bozmayı ve çatışmayı ‘İran ve İsrail’ formatına sokmayı amaçladı diyebiliriz.” 

Hamas lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da öldürülmesini değerlendiren İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Gelinen noktada olayın genişlemesiyle Filistin meselesinin arka plana atılıp, İran’ın öne çıkarılması ve çözülmeye başlayan Batı ittifakının sağlamlaştırılması hedeflenmiş olabilir.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Hamas lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da öldürülmesini değerlendirdi.

Fail ‘eğer MOSSAD’ ise ‘Vurulan İran, ölen Hamas lideri’ denilebilir

Hamas’ın siyasi büro şefi Haniye’nin Tahran’da düzenlenen bir suikastla öldürülmesinin beraberinde birçok soru getirdiğini dile getiren siyaset bilimci Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Suikastın içeriği ve nasıl düzenlendiği hakkında fazla bilgi verilmiyor şimdilik. Hiçbir zaman da tam öğrenemeyebiliriz. Lakin (fail ‘eğer MOSSAD’ ise) ‘Vurulan İran, ölen Hamas lideri’ denilebilir. Buradan olayların daha da alevleneceği, savaşın genişleyeceği sonucunu çıkarılabilir. Böylelikle İsrail, Batı dünyasında ‘şeytan’ olarak görülen İran ile Hamas’ı aynı pakete sokarak, ‘mağdur Filistin’ imajını bozmayı ve çatışmayı ‘İran ve İsrail’ formatına sokmayı amaçladı diyebiliriz.” dedi.

Batı ittifakının sağlamlaştırılması mı hedeflendi?

İsrail’in 7 Ekim sonrası girdiği delilik haliyle Hamas’ı özne olmaktan çıkardığı gibi, ‘mazlum Filistinlilerin’ yıllarca dünya kamuoyunda göz ardı edilen insanlık dışı durumunun öne çıkmasına yol verdiğini kaydeden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Filistin’de yıkılan düpedüz insan medeniyetiydi. Gelinen noktada ise olayın genişlemesiyle Filistin meselesinin arka plana atılıp, İran’ın öne çıkarılması ve çözülmeye başlayan Batı ittifakının sağlamlaştırılması hedeflenmiş olabilir. Fakat, sanki sonuçları itibariyle gidersek Hamas’ın Sünni ve Arap liderinin Şii İran’ın şehidi haline gelmesinin ve Filistin davası ile İran’ın davasının ‘aynılaştırılmasının’ arka planında farklı durumlar gözlenebilir.” diye konuştu.

“İran içinden destek görmeden bu iş olmaz”

Olayın olası sebepleri ve sonuçlarına da işaret eden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “İran içinden destek görmeden bu iş olmaz. İran kendi içerisinde rekabet eden çok merkezli bir devlet. Bir grup, Hamas’ı (özellikle Haniye üzerinden sağlanan Türkiye bağından kopartarak) İran’ın aktörü haline getirmek istemiş olabilir. Zira Hamas, İran ve Türkiye arasında en az iki arka merkeze bölünmüş durumda, Türkiye askeri tarafı değil meşru siyasi tarafı öne çıkartmaya çalışıyor. Ağırlık merkezi bu suikasttan sonra İran’a kayarak Hizbullah’tan sonra Hamas da İran’ın mutlak kontrolüne girebilir.” dedi.

 

“İran’daki tartışma ‘kim sattı’ üzerinden dönüyor”

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, İran’da bir başka grubun, çatışmayı yumuşatmak, rövanş için kan iştahını hafifletmek üzere İsrail’e Hamas siyasi liderini taviz/kurban olarak vermiş olabileceğini kaydederek, şöyle devam etti:

“Nitekim İran’daki tartışma ‘kim sattı’ üzerinden dönüyor. Kasım Süleymani’nin (ABD saldırısıyla) ardından da sert demeçler verilmesine rağmen bir karşı eyleme geçilmemişti, hatırlayalım. Suikast İran’ın kalbinde yapılabildiğine göre İran’ın ne denli zaaf içerisinde olduğu ispatlanmak istenmiş olabilir. Haniye, Katar ya da Türkiye değil İran’da suikasta uğradı. İran sınırları ve istihbaratının geçirgenliği ortaya çıktı. İran’da İsrail ve Batı ile yumuşama niyetindeki gruplara, başta Pezeşkiyan olmak üzere, balans ayarı yapılmış olabilir. Netanyahu, İsrail kamuoyunda oldukça zor durumdaydı. Bu suikast, yönetimde konsolidasyon ve halk nezdinde destek sağlayabilecek simgesel bir terör eylemi.”

Devamını Oku

DÜNYADA VE TÜRKİYEDE KAZA VEYA SUİKAST SONUCU ÖLEN LİDERLER

DÜNYADA VE TÜRKİYEDE KAZA VEYA SUİKAST SONUCU ÖLEN LİDERLER
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya tarihinde birçok devlet lideri, uçak veya helikopter kazalarında hayatını kaybetti. İşte bazıları:

Arvid Lindman (1936): İsveç Başbakanı Arvid Lindman, yoğun sis nedeniyle uçağının düşmesi sonucu 74 yaşında hayatını kaybetti.
Jose Felix Estigarribia (1940): Paraguay Devlet Başkanı Estigarribia, eşiyle beraber uçak kazasında öldü.
Wladyslaw Sikorski (1943): Polonya Başbakanı Sikorski, uçak kazasında yaşamını yitirdi.
Barthelemey Boganda (1959): Orta Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Boganda, uçak kazasında hayatını kaybetti.
Dag Hammarskjold (1961): Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Hammarskjold, uçağının düşmesi sonucu öldü.
Abdüsselam Arif (1966): Irak Cumhurbaşkanı Arif, helikopter kazasında yaşamını yitirdi.
Rene Barrientos (1969): Bolivya Devlet Başkanı Barrientos, helikopter kazasında hayatını kaybetti.
Dzemal Bjedic (1977): Yugoslavya Başbakanı Bjedic ve eşi, uçak kazasında öldü.
Francisco Sá Carneiro (1980): Portekiz Başbakanı Carneiro, uçak kazasında yaşamını yitirdi.
Omar Torrijos Herrera (1981): Panama Devlet Başkanı Torrijos Herrera, uçak kazasında hayatını kaybetti.

Tarihte birçok dünya lideri suikastlarla karşı karşıya kalmış ve hayatını kaybetmiştir. İşte bazı tanınmış liderler ve suikastları:

Abraham Lincoln (ABD): ABD tarihindeki ilk suikastla öldürülen başkan olarak bilinir. 14 Nisan 1865’te John Wilkes Booth tarafından Washington D.C.’de Ford Tiyatrosu’nda vurularak öldürüldü.
John F. Kennedy (ABD): 20. yüzyılın en bilinen suikastlarından biri olarak kabul edilir. 22 Kasım 1963’te Dallas, Texas’ta Lee Harvey Oswald tarafından vurularak öldürüldü.
Anwar Sadat (Mısır): 6 Ekim 1981’de askeri bir geçit töreni sırasında İslamcı militanlar tarafından vurularak öldürüldü. Suikastın nedeni, Sadat’ın İsrail ile barış anlaşması yapmasıydı.
Indira Gandhi (Hindistan): 31 Ekim 1984’te kendi güvenlik görevlileri tarafından vurularak öldürüldü. Suikastın nedeni, Altın Tapınak baskını sonrası oluşan öfkeydi.
Salvador Allende (Şili): Askeri darbe sırasında öldü. Resmi kayıtlara göre intihar ettiği belirtilse de, birçok kişi suikast sonucu öldüğünü iddia etmektedir.
Ayrıca, Theodore Roosevelt ve Ronald Reagan gibi bazı liderler suikast girişimlerine maruz kalmış, ancak hayatta kalmışlardır.

Bu liderlerin hayatları, siyasi anlaşmazlıklar, ideolojik farklılıklar veya bireysel husumetlerle şekillenmiştir. Suikastlar, dünya siyasi tarihini derinden etkileyen trajik olaylardır.

Türkiye’de kaza veya suikast sonucu hayatını kaybeden liderler arasında bazı tanınmış isimler bulunuyor. İşte bazıları:

Adnan Menderes: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk demokratik seçimle iş başına gelen başbakanı olan Adnan Menderes, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından yargılandı ve idam edildi.
Turgut Özal: 1983-1993 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak görev yapan Turgut Özal, 17 Nisan 1993’te Ankara’daki Çankaya Köşkü’nde aniden hayatını kaybetti. Ölümü hala tartışmalıdır ve suikast iddiaları bulunmaktadır.
Necmettin Erbakan: Türkiye’nin ilk İslamcı başbakanı olan Necmettin Erbakan, 27 Şubat 2001’de istifaya zorlandıktan sonra sağlık sorunları nedeniyle tedavi gördü ve 27 Şubat 2011’de hayatını kaybetti.
Muhsin Yazıcıoğlu: Büyük Birlik Partisi  lideri Muhsin Yazıcıoğlu, 25 Mart 2009’da helikopter kazasında hayatını kaybetti. Kazanın nedeni hala net değil.
Bu liderler, Türkiye’nin siyasi tarihini şekillendiren önemli figürlerdir ve hayatlarının sona erdiği trajik olaylar hala hatırlanmaktadır.

Devamını Oku
error: Content is protected !!