DOLAR 32,2958 0.06%
EURO 35,0495 -0.12%
ALTIN 2.476,250,42
BITCOIN 21393070.20928%
Trabzon
14°

PARÇALI AZ BULUTLU

13:06

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

YILDIRIM GÜNDOĞDU

YILDIRIM GÜNDOĞDU

09 Mayıs 2024 Perşembe

MÜLAKAT!

MÜLAKAT!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir devlet dairesine girmek için KPSS yetmiyormuş gibi bir de mülakat getirdiler; üniversite mezunu gençlerimizi hayatlarından bezdirdiler.

Bırakın hayatlarından bezdirmeyi, KPSS ve mülakat illetinden bezip kendi canına kıyan bir sürü gencimiz oldu.

İnanın şu yazıyı yazarken, mülakat mağduru gençlerimiz aklıma geldi, tüylerim diken diken oldu, içim ürperdi.

Epey bir mülakata girmiş birisi olarak şunu açık ve net bir biçimde söyleyebilirim; mülakat torpil demektir.

Başka bir şey değil!

Kimse bana ama, ancak, lakin, fakat cümleleri kurmasın…

Kim neyi, ne amaçla ölçüyor?

Öğretmenlerin kalitesi konuşulmak istendiğinde, geçmişteki öğretmenlerin ne kadar kaliteli olduğundan dem vurulur.

Kaliteli diye atfedilen o öğretmenler, ne sınavla ne de mülakatla atandılar.

Birçoğu üniversite bile okumadı.

Öğretmen okullarından mezun oldular, göreve atandılar…

Mesele iyi olanı seçmek falan değil…

Eğitim fakülteleri ihtiyaçtan mezun veriyor dediler.

İhtiyaç kadar öğretmen almak için KPSS çıktı.

Kendi içinde bir mantık arandı.

Çok fazla öğretmen mezun oluyorsa sınav yapmak zorunluydu.

Yapacak bir şey yoktu.

“Tamam” dendi.

Nedeni aslında çok açık ve net belli olan “mülakatı” getirdiler.

Öğretmenleri bundan sonra mülakatla alacağız, dediler.

İyi de “mülakatın” hiçbir seçiciliği yok ki.

Tamamen torpil…

Aklım almıyor, KPSS gibi zorlu bir sınavdan yüksek puan alan birisini birileri mülakattan nasıl eleyebilir.

Şahsen böyle bir komisyonda görev almazdım.

Vicdanım buna elvermezdi.

Nasıl bir vicdansızlıktır.

Bir gencin hayatını ile oynamak…

Hakkını gasp etmek…

O kadar yıl üniversite sınavlarına hazırlan…

Milyon kişinin arasından üniversite sınavını kazan…

Zor koşullarda üniversiteyi oku…

KPSS gibi bir illet sınava gir…

Her birinden bin bir zorlukla geç…

Mülakata gir ve elen…

Kim kabul edebilir?

Kim kabullenebilir?

Hala mülakatta ısrar ediyorlar…

Mülakatın, doğru bir yöntem olduğunu söylüyor ve savunuyorlar.

Amacınız, kaliteli eğitimciler ya da iyi yetişmiş kişileri devlet kurumlarına atamaksa başka yöntemler deneyiniz.

Mülakat, iyileri seçme yöntemi değildir.

Her şeyden önce adil değildir.

Beş dakikada bir kişinin yeterli olup olmadığını nasıl ölçüyorsunuz?

Kaç kez mülakatta elendim sayısını bende bilmiyorum.

Elendiğim her bir mülakata dava açtım, davayı kazandım ama sonuç değişmedi.

Yine elendim…

Dört üniversite bitirmek, yüksek lisans yapmak, eğitimle ilgili makaleler yazmak, mülakattan geçmek için yetmiyor.

Bir bakıyorsunuz, hiçbir artısı olmayan birileri mülakattan yüksek puan almış…

Neden diyorsunuz?

Adamın yükseklerden torpili olduğu ortaya çıkıyor.

Mülakata girmek için kapıda bekleyenler çok iyi bilir: Kapıda bekleyenlerin sohbet konusu, kimin nerelerden, kimlerden torpili olduğudur.

Vay beyler…

Yapmayalar…

Deme yalar…

Havada uçuşur…

Sağlam bir torpilin olmadığı için üzülür, aralarında küçük düşersin…

“Neden sınava girip, sınavı kazanıp bu torpilli adamların arasına girdim?” dersiniz.

Sınava girip kazandığınız için suçluluk duyarsınız.

Sınava girmenin hakkınız olmadığını düşünürsünüz.

İşin en tuhaf yanı nedir biliyor musunuz?

Torpiliniz olmadığına kapıdakiler üzülürler…

Size acırlar.

Halinize üzülürler.

“Oğlum torpilin yok da burada ne işin var. Birde ta nerelerden gelmişsin!” derler.

Maalesef aynen böyle…

Kanıksamak, ihanettir.

Devamını Oku

ULUSAL EGEMENLİK

ULUSAL EGEMENLİK
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Düne kadar “Ulusal Egemenlik” kavramının çok da bir önemi yoktu.

1920’de TBMM açılmış, halifelik, saltanat kaldırılmış, 1923’te Cumhuriyet ilan edilmişti.

Teokratik bir yönetim anlayışından sonra TBMM’nin açılması ile halk yönetimde söz sahibi olmuştu.

Artık egemenlik kayıtsız şartsız milletindi.

Kısacası; Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti ağır aksak da olsa varlığını devam ettirip gidiyordu.

1980 askerî darbesi sonrası yaşananlar bizde “Ulusal Egemenlik” elden gider mi?” endişesi yarattı.

“Ülkede bir şeriat devleti kurulur mu?” sorusu sordurdu.

Halk, bu soruları sormakta haksız da değildi.

“Afganistan’ın başına gelenler ortadaydı.

Bir zamanlar Atatürk cumhuriyetini örnek almış ve Atatürk’ün yolunda yürüyen Afganistan, bugün bambaşka bir yolda…

Irak, İran, Suriye, Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerinin durumları ortada…

Bu devletler, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Atatürk’ü örnek almıştı.

Bugün bu ülkelerde demokrasinin, ulusal egemenliğin kırıntısı bile yok.

Ulusal egemenlik konusunda bir kaygı yaşanması normal…

Olmaz denilen birçok şey ülkede oldu.

Ulusal egemenlik sorunu haline geldi.

Cumhuriyet kazanımları, devrimler, kadının toplumdaki yeri, eşit yurttaşlık,  medeni bir toplum çabası, ülkenin birikimleri yara aldı.

Sil baştan!

Eskiye özlem…

Ortaçağ yaşamı…

Bir rejim değişikliği…

Olabilir mi?

Bu kaygılar boşa değil…

Rejim değişmeden de ülkenin yönetim anlayışı değişebilir.

Değişir…

Adı konmadan, yeni bir rejim hayat bulabilir.

Sistemler ya da rejimler siyah ve beyaz renkleri gibi net çizgilerle birbirinden ayrılmaz.

Birbirine sarmaldır.

Ülke yönetiminin adı cumhuriyet olabilir ama ülkede uygulanan teokrasi, monarşidir.

O nedenle ülkelerdeki rejimlerin adına değil, uygulanış biçimine bakmalıdır.

Birde rejim geçişleri birden olmaz, zaman içinde gerçekleşir.

Bu geçişler halk tarafından çok da fark edilmez.

Uzaktaki kurt misalidir.

Mesela…

Cumhuriyet yönetiminde kadınların çalışması yasaklanabilir mi?

Evet!

Bunun anayasal temelleri oluşturulabilir mi?

Evet!

Ya da eğitim öğretimde karma eğitime son verilebilir mi?

Evet!

Kadına miras hakkı kanunla sınırlanabilir veya tamamen ortadan kaldırılabilir mi?

Evet!

Çok eşlilik yasallaşabilir mi?

Evet!

Din temelli bir eğitim temel alınabilir mi?

Evet!

Yargıda şeriat temelli bir hukuksal düzenleme yapılabilir mi?

Evet!

Teokratik yönetim tarzında birçok alanda ciddi anayasal düzenlemeler yapıldı ve bu düzenlemeler hayat buldu.

Tarikat ve cemaatlerin sayısal çokluğu, kurum ve kuruluşlarda yetkin olması boşa değildir.

15 Temmuz darbe girişimi, ulusal egemenliği yok etme girişimi değil miydi?

Darbe gerçekleşseydi, ulusal egemenlik de yok olacaktı.

“Ulusal Egemenlik” çok değerlidir.

Bir ulusun var olma yok olma meselesidir.

23 Nisan ne kadar bir çocuk bayramı edasıyla kutlanıyorsa da temelinde ulusal egemenlik bayramıdır.

Halkın, ulusa hâkim olmasıdır.

Ulusal egemenliğimize sahip çıkalım, ortaçağ karanlığına savrulmayalım.

En kötü ulusal egemenlik en iyi monarşiden, oligarşiden, teokrasiden milyon kez iyidir.

Unutmayalım ki; kaybedilen ulusal egemenlik kolay kolay geri gelmez…

 

 

Devamını Oku

EĞİTİMDE ÇÖZÜM!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geçen hafta eğitim sisteminin ezberci olduğunu söylemiş, neden ezberci olduğunu örnekler vererek anlatmıştım.

İşin doğrusu eğitim sistemini anlatmaya da gerek yok.

Eğitimin ne durumdaolduğu ortada…

Bilinmeyen bir mevzu değil…

İyi de iyi bir eğitim nasıl olmalıdır?

Öyle değil mi?

Evet!

Çözüm nedir?

Ne yapılırsa kaliteli bir eğitim ortaya çıkar?

İsterseniz size kısa ve net bir cevap vereyim!

Eğitimbilimsel olmalıdır!

Çözüm bu kadar basit!

Uzun uzun anlatmaya, nedenler, niçinler sıralamaya, örnekler vermeye gerek yok.

Türkçe, matematik, fen, ingilizce, din kültürü ve ahlak bilgisi…

Eğitici de değil öğretici de değil…

Bir sürü gereksiz ve boş bilgilerle dolu…

Bilimsel hiçbir değeri yok.

Karınca ile ağustos böceğinin hikâyesini hepiniz bilirsiniz.

Yıllarca Türkçe kitaplarında okuma parçası olarak okutuldu.

Ağustos böceği saz çaldığı için yerden yere vuruldu, suçlu ilan edildi.Ağustos böceği neden mi suçlu ilan edildi?

Yazın sıcağında çalışmak yerine,ağacın gölgesinde saz çaldığı için.

Bilinçaltına müzikle uğraşanların ya da müzikle uğraşmanın iyi bir şey olmadığı algısı yerleştirildi.

Adeta müzik aşağılandı.

Müzik ve müzikle uğraşanlar suçlu ilan edildi.

Sosyal bilgiler, Hayat bilgisi ve Türkçe derslerinde kadınlar, evin hanımı, erkekler evin reisi olarak gösterildi.

Kadının toplumdaki yeri, “kocasının evidir” dendi.

Matematik kitabı, soyut kavramlarla doludur.

Fen bilgisi, bilimden, deneyden, gözlemden çok uzaktır.

İngilizce öğretiminde doğru bir yol bulunamamıştır.

İngilizce öğrenemeyen tek ülke olarak tarihe geçmişizdir.

“Bilim değil ilim” denilerek tüm derslerin temeline din yerleştirildi.

Eğitim;kişide istendik davranışlar meydana getirme işidir.

İnsanı, yaşamı, doğayı bilimsel temellerde öğretmektir.

Kısacası; çocuğu yaşama hazırlamaktır.

Öğrenileni, davranışa dönüştürmek…

İyi bir birey yetiştirmek…

Ne kadar iyi eğitim o kadar kalite…

Önce eğitim!

Eğitim ve öğretim bir bütündür.

Eğitim olmadan öğretim olmaz…

İyi bir eğitim, bilimsel olandır.

Bilimi rehber edinendir.

Bilimsel eğitimin yolu çok kitap okumadan geçer.

Çocuklara bol bol kitap okutulmalıdır.

Finlandiya’daki eğitim sistemi dünyanın en iyi eğitim sistemidir; çünkü hem bilimsel hem demokratiktir.

Bilimsel ve demokratik olmayan eğitim sistemleri başarılı olamaz.

Eğitim sistemleri, bilimsel, demokratik aynı zamanda laik olmalıdır.

Eğitimde laiklik esastır…

İnanç ayrı eğitim ayrıdır!

İnançla, eğitimi birbirine karıştırmamak gerek…

Bilim okulda, maneviyat ailede olur.

Fazla söze hiç gerek yok.

Eğitimde de bilim, bilim, bilim…

 

 

Devamını Oku

EZBERCİ EĞİTİM

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İsterseniz önce “Eğitim nedir?” onun bir tanımını yapalım.

Eğitim: Bir insanın; duygusal, bedensel, zihinsel olarak sahip olduğu yeteneklerini belirlenen amaç doğrultusunda geliştirmektir.

Kısacası eğitim, ülke insanını en iyi şekilde yetiştirmektir.

Eğitim, hayat boyu devam eder, ömür boyudur.

Eğitim, sürekli devam eden bir süreçtir.

Ne kadar eğitim, o kadar gelişmişliktir.

Bir ülke, eğitimi kadardır.

Bu kadar net!

Hatırlarsanız, hatırlanırsa Cumhurbaşkanı birçok konuşmasında “Eğitimde istendik başarıyı sağlayamadık!” demiştir.

O kadar milli eğitim bakanının değişimi, eğitimde istendik başarının sağlanamadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Ne yapılsa olmuyor.

Bir türlü eğitimde bir yol kat edilemiyor.

İyi de eğitimde sorun aleni ortada…

Kaliteli bir eğitim verilemiyor.

Çocuklara bilgi ezberletiyor.

Ne demiştik eğitim için; öğrencide istendik davranışların hayat bulmasıdır.

Hiçbir davranış öğrencide hayat bulmuyor.

Bilmeyen, sormayan, araştırmayan bir öğrenci profili ile karşı karşıyayız.

LGS ve YKS sınavları ortada…

Sıfır çeken bir sürü öğrenci…

O kadar okul, o kadar öğretmen, o kadar kitap, materyaller, araç, gereç ve o kadar maddi kaynak heba olup gidiyor.

Yazık o kadar maddi ve manevi kayba…

Ezber, ezber, ezber…

Çocuk bilgileri öğrenmiyor ezberliyor.

Eğitim; simgeler, şekiller, kavramlar bilgisi değildir.

“Vatanımı çok seviyorum.” diyen bir çocuk, yerdeki bir çöpü alıp, çöp kutusuna atmıyorsa, burada istendik yönde eğitim gerçekleşmemiş demektir.

Davranışa dönüşmemiş bilginin hiçbir değeri yoktur.

Bilgi; eğitimle davranışa dönüşmeli, öğrenci davranışlarında hayat bulmalıdır.

Sorgulamak!

Eğitimde sorgu şart!

Sorgulamayan öğrenci doğru ve yanlışı tespit edemez, kendisini geliştiremez; öğrenmeyi gerçekleştiremez.

Her şey ezberden ibaret…

Yıllarca bilgiler ezberletildi.

Ne değişti?

Daha doğrusu eğitimde ne kadar yol alındı?

Değişen bir şey yok.

Hep aynı şeyler yaparak farklı sonuçlar beklemek…

En büyük hata!

Eğitimde bir arpa boyu yol alınmak isteniyorsa.

Ezberci eğitimden vaz geçilmelidir!

 

Devamını Oku

İNCİ TANELERİ

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Özcan Deniz’in başrol oynadığı “Kızıl Goncalar” dizi filminden sonra şimdi de Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini yaptığı ve başrolünde oynadığı “İnci Taneleri” dizi filmi toplumda adeta infial yarattı.

Buradaki “infial” olumlu anlamlıdır.

Birkaç hafta öncesine kadar insanlar “Kızıl Goncalar” dizi filmini konuşuyordu.

Filim o kadar büyük ilgi gördü ki, “toplumun milli ve manevi değerlerine aykırılık” gerekçesi ile RTÜK tarafından para ve yayın durdurma cezası bile verildi.

Tesadüf müdür bilinmez…

“Kızıl Goncalar” dizi filminin konuşulması, tartışılması sürerken, Yılmaz Erdoğan’ın yönetmen ve yapımcısı olduğu “İnci Taneleri” dizi filmi Kanal D’de yayınlanmaya başlandı.

Dizi ilk bölümden reyting rekorları kırdı.

Neler oluyordu?

Neydi insanların bu kadar ilgisini çeken?

Bir sürü dizi film vardı.

İnsanlar bir şekli ile bu dizi filmlerini izliyordu.

Osmanlı’yı, Selçuklu’yu anlatan dizi filmleri çok ilgi görüyordu.

Bir Osmanlı, Selçuklu sevdasıdır gidiyordu.

İşin doğrusu dizi filmleri ile aram hiç iyi değildir.

Bu yaşıma kadar izlediğim dizi filmi birkaçı geçmez.

Ne kadar da dizi filmlerini izlemesem de arkadaşlarla sohbette, evdeki muhabbette konusu geçince bir de eğitimle ilgili mesajlar da var denince “İnci Taneleri” dizi filmini izlemek elzem oldu.

Bu iki dizi filme neden bu kadar büyük bir ilgi gösterildiğini bilmeliydim.

Kendimce dizi film üzerinden toplumsal çözümlemeler yapmalıydım.

Hafta sonu oturdum “İnci Taneleri” dizi filminin iki bölümünü de internetten izledim.

İşin doğrusu “İnci Taneleri” dizi filmini beğendim.

Sanatın kalitesizleştiği, içinin boşaldığı, değersizleştiği bir dönemde Yılmaz Erdoğan az da olsa bir sanatsal kalite ortaya koymuştu.

Toplumsal mesajlar vardı.

Filmi değerli kılan da bu toplumsal mesajlardı.

Özellikle de eğitimin kalitesinin düştüğü bir dönemde çok kısıtlı da olsa öğretmen ve öğrenci üzerinden eğitim sistemine dikkat çekmesi çok anlamlıydı.

Bir köşe yazarı “İnci Taneleri” dizi filmini konu edinmiş. Dizi film hakkında güzel şeyler de yazmış. Yazarın bakış açısını, konuyu ele alış şekli hoştu.

Köşe yazısı bir sürü yorum almış.

Yorumları da okudum.

Çoğu kişi ile paralel düşünüyorduk.

Olumsuz birkaç eleştiri vardı.

O eleştirileri de anlamış değilim. Güya sistem karşıtı, politik laflar edilip Yılmaz Erdoğan eleştiriliyordu.

Ne garip bir ülkede yaşıyoruz.

At izi it izine karışmış.

Kim aydın kim cahil belli değil…

Güya dizi filmi eleştiriyor ama dizi film ile ilgili bir cümle kurmamış.

İyi de konumuz “İnci Taneleri” dizi filmi, Yılmaz Erdoğan değil ki!

Bırakın artık şu geri kafalılığı…

Gerilerde kalmalı artık bu kafa…

Toptancı bir ret kafası hastalıklıdır.

Toplumun sorunlarını konu edinmiş her sanatsal ürün anlamlı ve değerlidir.

Hiçbir şey yoktan var olmamıştır, olmaz da…

Her şeyin kendi içinde bir bilimsel gelişimi, değişimi, dönüşümü vardır.

Kişilerin özeli üzerinden sanat değerlendirmesi yapmak ne kadar ahlaki ve doğru bir yaklaşımdır?

“Yiğidi öldür ama hakkını yeme!” denir ya, Mahsun Kırmızıgül’ün “Mucize” filmi gerçek anlamda bir şaheserdir.

Bunu kabul etmek gerekir.

Filmi kimin yazıp, yönettiği, oynadığı değil filmin sanatsal değerine ve toplumsal mesajlarına bakmalıdır.

“İnci Taneleri” dizi filmi sınavı bu anlamda geçmiştir.

Sanatsal kaygıları, toplumsal mesajları vardır.

İzlenmesi gereken bir dizi filmdir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

error: Content is protected !!