DOLAR 32,9949 -0.11%
EURO 35,8195 -0.26%
ALTIN 2.528,010,83
BITCOIN 22329211.75949%
Trabzon
26°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

YILDIRIM GÜNDOĞDU

YILDIRIM GÜNDOĞDU

12 Temmuz 2024 Cuma

GÜNDEMİN GÜNDEMİ

GÜNDEMİN GÜNDEMİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Birkaç hafta gündeme dair bir şeyler yazıp çizmedim; işin doğrusu, biraz tembellik hakkımı kullandım.

Gündeme dair yazıp çizmediğim birkaç haftada, ülkede o kadar çok şey olup bitti ki insan, “Bu ülkeye bu kadar gündem çok fazla!” diyesi geliyor.

Süleyman Demirel, “Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir.” demişti. Ne kadar doğru bir sözmüş, maalesef yaşayarak deneyimlemek çok acı…

Her yer haber…

Gündemin gündemine gelecek olursak:

Kurban Bayramı…

Ardından YKS…

Trafik kazaları

Yeni müfredat…

2 Temmuz…

Milli maçlar…

Bozkurt işareti…

Su sorunu…

Üretici feryatları…

Filistin…

Az daha unutuyordum, Kayseri’de yaşanan mülteci meselesi…

Orman yangınları…

Sinan Ateş davası…

NATO toplantısı…

Siyasi gündemden hiç bahsetmeyeceğim. Siyasette hepinizin bildiği gibi haftaların, günlerin, saatlerin değil dakikaların çok önem arz ettiği bir durum söz konusu.

Başka ülkelerde bu kadar çok olay olur mu; meydana gelen olaylar bu kadar çok gündem oluşturur mu?

Hiç sanmıyorum!

Hani ülkelerin sakin şehirleri vardır ya!

Gelişmiş ülkeler de sakin şehirler gibidir.

Durgun, dingin ve huzurlu bir yaşam sürer gider.

İnsanlar durgunluktan, dinginlikten sıkılırlar.

Düşünüyorum da gelişmiş ülkelerde ne tür bir olay olabilir ki?

Aklıma bir şey de gelmiyor…

Trafik kazaları, sokak çatışmaları, mülteci meseleleri, mafya hesaplaşmaları, aşiret kavgaları, doğal afetler, orman yangınları, sel baskınları, üreticilerin tarlada kalan ürünleri, işsizlik, enflasyon, hayat pahalılığı, vergi düzenlemeleri…

Yok, yok…

Hiçbirisi yok!

Gündem biraz da kişilerin yaşadığı ülkelerin sosyal, ekonomik, siyasi, politik durumları ile ilgili değil midir?

Bizim ülkemiz patlamaya hazır bir bomba gibi.

Her an her şey olabilir.

Oluyor da…

Kayseri’de yaşayan bir mültecinin küçük kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğu söylentisi ve ardından Kayseri halkının sokağa dökülmesi…

Sosyal medyada “Ülkemizde mülteci istemiyoruz.” başlıklı görsel paylaşımlar…

Kimin aklına gelir ki Kayseri’de yaşanan olaydan sonra ülkenin gündemine mülteci meselesinin oturacağı…

Daha Kayseri olayları gündemden düşmeden milli maçta futbolcu Merih Demiral’ın yaptığı kurt işareti…

Kurt işareti siyasi bir simge mi, değil mi?

Gündemin gündemi demişken bu hafta sonu Hatay’a gittim. Gördüğüm manzara korkunçtu.

Hatay ili haritadan silinmiş…

O kadar üzüldüm ki anlatamam.

Öğretmen Meslek Kanununun okullar tatil olunca meclis gündemine gelmesine ne demeli…

Sanki öğretmenlerden bir şeyler kaçırılmak isteniyor.

Okullar açıkken öğretmen meslek kanun tasarısı gündeme gelse, bakanlık teşkilatı, öğretmenler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları görüş ve düşüncelerini beyan etseler; ortak bir noktada buluşsalar daha iyi olmaz mıydı?

Gündemin gündemi o kadar çok ki hangi birisi hakkında konuşalım…

Televizyon izlemeyelim mi, gazete okumayalım mı, sosyal medyayı takip etmeyelim mi?

Görmedim, duymadım, bilmiyorum, haberim yok mu, diyelim.

Daha mı iyi görmemek duymamak…

Yaşanası bir dünyanın var olması insanların duyarlılığından geçmiyor mu?

Bilinçli, duyarlı bireyler, toplumun en büyük huzur, mutluluk, güven teminatı değil mi?

Gündemin gündemi şimdilik böyle…

Gündemi yazıp çizmeye devam…

Nerede kalmıştık!

Devamını Oku

ÖĞRETMENE DOKUNMA

ÖĞRETMENE DOKUNMA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gün geçmiyor ki ÖMK (Öğretmen Meslek Kanunu) ile ilgili bir haber internet sitelerine düşmesin.

Vay efendim, öğretmenler sosyal medyada; öğrenci, okul görüntülerini paylaşırsa ceza alacak…

Vay efendim, yetersiz öğretmenler görevden atılacak…

Vay efendim, idareciler tekrar eğitimden geçirilecek…

Vay efendim, Eğitim Akademisi kurulacak…

Vay efendim, falan filan…

İnsan üzülüyor.

Öğretmenle ilgi haberler, ısıtılıp ısıtılıp gündemde tutulmaya çalışılıyor.

Her bir haber öğretmenin motivasyonunu bozma temelli…

Korku, kaygı verici; tedirgin edici, inticidi…

Nedir bu öğretmen düşmanlığı!

Anladık, her zaman olduğu gibi kürekle verip kepçeyle alacaksınız.

Birkaç olumlu adım, ardından baskılar, yasaklar…

Hatırlayın referandumları…

Şaşalı konuşmalar, hoşa gidecek laflar…

Özgürlük, demokrasi…

Araya sıkıştırılmış, hak gaspları…

Aynısı ÖMK’de!

Öğretmeni, bir sürü sınavdan, mülakattan geçireceksin sonra da “Dur ben iyi seçememişim, gözümden kaçırmışım.” diyecek, öğretmeni yetersiz bulup,görevine son vereceksin.

Olacak iş mi?

Neden öğretmen?

O kadar meslek gurubu var, hiçbirinde böyle bir uygulama yok!

Kimse seni atadık ama sen yeterli misin, değil misin, demiyor.

Öğretmene gelince, elli tane kriter koyuyor; kritere uyup uymadığını kendinizce ölçmeye çalışıyorsunuz.

Öğretmene dokunma!

Öğretmenin gereğinden fazla çözüm bekleyen sorunu var, kendi derdi kendine yetiyor!

Öğretmenin çalışma koşulları cidden çok zor.

Dışarıdan göründüğü gibi hiç değil.

Kırk, kırk beş kişilik sınıflarda ders anlatmaya çalışıyor…

Velilerin baskısıhaddini aşmış durumda, öğretmeni veliler yönetir olmuş.

İdarenin başarı beklentisi dersen, o ayrı bir sorun…

CİMER şikâyetleri, demokrasinin kılıcı gibi…

Tüm bunlar yetmezmiş gibi birde meclisten geçirilmek istenen ÖMK!

Kaşıkla verip, kepçeyle geri almak, buna denir.

Bir sürü mesleki yeterlilik kriterleri gündemde…

Zorlaştırılmak istenen atama süreçleri…

Sırat köprüsünden geçmek daha kolay sanki…

Öğretmenleri rahat bırakın!

Bu kadar baskı çok fazla!

Öğretmenler bu şartlarda görev yapmazlar.

Şikâyetler çığ gibi…

Kafasına esen öğretmeni şikâyet ediyor.

Neymiş, öğretmen çocuğuna notu az vermiş.

İyi de bırakın öğretmen, öğrenciye not verme hakkını kullansın.

Olmadı, notları da veli versin, dersi de veli anlatsın!

“Öğretmenler, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.” diyen bir anlayıştan, Öğretmenler, biz ne dersek, onu yapacaksın!” diyen bir anlayışa geldik.

Bu anlayış, eğitimi bitme noktasına getirdi.

Eğitim resmen çöktü.

İşin kötüsü son yirmi yıldır, bitmeyen bir eğitim reform süreci var.

Her dönem eğitimle ilgili bir şeyler gündeme gelir, konuşulur, alınan kararlar yasalaşır; kısa bir süre geçer, hiç bunlar olmamış gibi, yeniden gündem oluşur, konuşulur; konuşulanlar yasalaşır, sonra bir daha…

Sonuç, elde var sıfır…

Ne oldu?

Siz sorunun çözümünü olmadık yerde ararsanız sonuç hiç değişmez.

Yeni müfredatmış, yüz yılın maarif modeliymiş…

Geçin bunları…

“Kötü öğretmen, kötü öğrenci, kötü veli yoktur, kötü eğitim sistemi vardır.”

Öğretmenden ne istiyorsunuz?

Öğretmene dokunma!

 

 

 

Devamını Oku

BİR LGS DAHA GEÇTİ

BİR LGS DAHA GEÇTİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Milli Eğitim Bakanlığının, “Sınavları kaldıracağız!” demesine karşın bir LGS daha geldi geçti.

Sınava girenlerin kimi sevindi, kimi üzüldü.

Anlaşılan odur ki, bu ülkede çocuklar daha çok sevinip, üzülecekler…

Oyun çağındaki çocukları, yarış atı gibi sınava sokmaya, üzmeye hiç kimsenin hakkı yok!

Yazıktır! Günahtır!

Bu çocukların hiç birisi çocukluğunu yaşayamıyor.

Varsa yoksa sınav…

Ortaokula adım atar atmaz başlıyor sınav kaygısı, LGS’ye girene kadar devam ediyor.

Etüt merkezine gitmeler, özel dersler almalar…

Okulda düzenli yapılan deneme sınavları…

Sınavda başarılı olmak için gece gündüz ders çalışmalar…

Ailenin, okulun, öğretmenin, arkadaşlarının,  çocuğun üstündeki baskısını hiç dile getirmiyorum.

  1. sınıf, 6. Sınıf, 7. Sınıf, 8. sınıf…

4 yıl süren işkence…

Bu çocuklar, bu işkenceye maruz kalıyor; sonrada bu çocukların sağlıklı kaldıklarını var sayıyoruz.

Büyük bir travmadır.

Hiçbir çocuk böyle bir travmadan yara almadan kurtulamaz.

Anlayacağınız çocuklarımız, çok büyük travmalar yaşıyorlar…

Bunu böyle bilin!

Diyoruz ya: Sınavlar kalksın, çocuklar yeteneklerine göre tercihlerini yapsınlar, sevebilecekleri okullarda okusunlar…

Avrupa ülkelerinde olduğu gibi…

Çocukların hepsini sınava sokuyor, hepsinin de başarılı olmasını bekliyoruz.

“Sınavlar kalkacak!” deniyor, daha kapsamlı ve daha zor sınavlar çocukların karşısına çıkıyor.

Her yeni sınav eskisini aratıyor.

Ve her sınav temel derslerdeki başarıyı ölçmek için yapılıyor.

Hatırlarsanız, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk: “Okullarda ders sayısı çok fazla, ders sayısını azaltacağız.” demişti.

Umutla, derslerin azalacağı beklenmiş, umutlar hüsrana dönüşmüştü.

Garip bir ülkeyiz.

Sorunları çözmekten çok uzağız.

Havanda su dövüyoruz.

Sorunlar çok büyük, öyle he denince çözülebilecek sorunlar hiç değil.

Öğrencinin yeteneğine göre eğitim verelim, deniyor; çocuk, yeteneğine göre bir meslek seçiyor, okuyor, okuldan mezun oluyor, iş bulamıyor.

Fen edebiyat, mühendislik, spor, müzik, resim alanından mezun olanların çoğu boş geziyor.

İş yok birçok meslek alanında…

İyi eğitim almak, alanında iyi olmak fayda etmiyor…

Her mezun olan işsizler ordusuna ekleniyor.

Sorun kişiyi yeteneklerine göre yönlendirme meselesi değil, mesele; öğrenciyi yönlendirdiğin alanda istihdam etme meselesi…

Bırakınız özel yetenek alanlarını, temel bilgi alanlarında bile istihdam sorunu var.

Ülkede gençler iş bulamıyor.

İş yok!

Dolayısı ile LGS illeti karabasan gibi öğrencilerin üstüne çökmüş durumda; çocuklar, iyi bir okula yerleşebilir miyim, derdinde…

Etüt merkezleri, özel dersler, özel okullar vb.

Gece gündüz ders…

Dersten başka bir hayatları yok!

Aileler için durum daha da vahim!

Çocuğunun iyi bir okulu kazanabilmesi için maddi imkanlarını sonuna kadar zorlamakta, ciddi paralar harcamakta…

Bu ülkede, eğitim hakkı temel hak; tüm çocuklar, parasız eğitim hakkından yararlanır, dense de eğitime ciddi paralar harcanıyor.

Parası olmayan çocuğunu okutamıyor!

Sınav, sınav, sınav…

Sonuç değişmiyor, LGS duvar gibi çocuğun karşında duruyor.

Bu sınavlar kalkmadıkça, çocuklar her türlü psikolojik yara almaya devam edecekler.

Veli için de öğrenci için de zor bir durum.

Veli, döktüğü paraya mı yansın; öğrenci, onca çaba, gayret sonucunda istediği başarıyı yakalamadığına mı üzülsün?

Sorun dağ gibi karşıda duruyor.

Çözüm bekliyor.

Bu koşullarda LGS sorunu çözülmez, çözülemez…

Meslek liseleri, özel yetenek liseleri ve teşvikler…

Öğrenciler, farklı alanlara yönlendirilebilir ve bu alanlara yönlendirilen öğrencilere, mezun olduklarında işe yerleştirilme teminatı verilebilir.

Böylelikle, belli liselere girebilme yarışı frenlenebilir.

Sonrası, sonraya kalsın…

Devamını Oku

BEN Mİ ABARTIYORUM

BEN Mİ ABARTIYORUM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hangi esnafa bir iş yaptırsan, kiminle bir ticari ilişkiye girsen mutlaka bir sıkıntı ile karşılaşıyorsun.

Yaptıkları iş hep eksik ve hileli…

İşini doğru dürüst yapan yok…

Yapılan işin kalitesini geçtim, işi yapacak kişi; şu kadar tutar diyor, şu kadar ödeyeceksin, diyor; fiyatta anlaşıyorsun, hesap ödemeye gelince iki katı, üç katı para talep ediyor…

Olacak iş değil…

Kafede, restoranda, lokantada, pastanede kasada hesap ödenmek istendiğinde ödemeniz gereken hesabın üç katı para tabet ediliyor.

Hesaba itiraz edildiğinde adisyona fazla yazıldığı ortaya çıkıyor…

Bu yazdıklarım münferit denilebilecek olaylar mıdır?

Tesadüf müdür…

Anlatacak olsam o kadar çok olay ve yaşanmışlık var ki hangi birisini anlatayım.

Tabi ki bu anlattıklarım devede kulak…

Küçük, basit, sıradan meseleler bunlar…

Bir toplum bozulur da bu kadar mı bozulur?

Avrupa’da bir iş yapılacağı zaman, “Türk işi mi olsun?” diye sorulurmuş…

Ünümüz Avrupa’ya kadar gitmiş, bundan bu anlaşılıyor.

Aklım almıyor…

Kabul etmek istemiyorum.

Biz ne ara bu kadar bozulduk!

Osmanlı döneminde esnaflar gelen müşteriye; “Bugün yeteri kadar kazandım, biraz da komşum kazansın!” dermiş.

Bu anlatı çok inandırıcı gelmese de o dönemlerde günümüzdeki kadar bir bozulmanın olmadığı aşikâr.

Osmanlı durup dururken çökmedi. Son dönemlerde, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırmacılık aldı başını gitti.

Osmanlının çöküş dönemini yaşıyoruz sanırım.

Ülkede toplumsal bozulma ciddi boyutlarda…

Nereye giderseniz gidin, kiminle iş yaparsanız yapın mutlaka bir hile hurda işi ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Hilesiz, hurdasız, dürüst, hakkaniyet temelinde iş yapan birileri ile karşılaşmanız çok zor.

İnsan birilerine iş yaptırmaya korkuyor.

İyi insanlar yok değil…

Tabii var!

Dürüst iş yapana enayi, saf, ahmak gözü ile bakılıyor.

Öyle bir noktaya geldik ki dürüst insanların yaptığı işe, “Vardır o işte bir pislik, yoksa o iş böyle olmaz!” deniliyor.

Kötülük, iyiliği yenmiş durumda…

Kısacası üçkâğıt işi her tarafı sarmış…

Kimse, dinen, ahlaken, vicdanen, kalben meseleyi kendi içinde muhakeme yapmıyor.

Tutturulmuş bir yol gidiliyor.

Öyle zamanlar oluyor ki insan, “Keşke birilerine iş yaptırmak zorunda kalmasam ya da bir hizmet almak zorunda kalmasam” diyor.

İnsanoğlu işte…

Mecbursun…

Birilerine iş yaptırmak ya da hizmet almak zorundasınız.

Bu hayatın olmazsa olmazı, birisiyle olmazsa bir başkası ile bir şekli ile bir işiniz mutlaka oluyor…

Hizmet almak zorunda kalınıyorsunuz.

Yok öyle, “aman ya!” demek…

Ne yapacaksın?

Her şeyi reddedip tek başına ormanda mı yaşayacaksın?

Bu mümkün değil…

Yok öyle bir dünya…

Toplum çok bozuldu, içinde yaşanmaz hale geldi.

Bundan daha kötüye gider mi, bilmiyorum.

Ben mi abartıyorum?

Devamını Oku

ÖĞRETMENE ŞİDDET!

ÖĞRETMENE ŞİDDET!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Öğretmen her türlü aşağılanmanın, horlanmanın, ötekileştirmenin, basitleştirmenin, sıradanlaştırmanın en büyük mağduru…

Yıllardır da bu hep böyle…

Kimsenin de buna dur dediği yok.

Hani bir şeyi toplumun nezdinde değersizleştirirsin de o şeyin toplumda değeri kalmaz ya!

Öğretmenlik de aynen öyle…

Değersizleşti.

Dolayısı ile değersizleşen öğretmenlik her türlü şiddete maruz kaldı.

Bırakın öğretmenin her türlü şiddete maruz kalmasını, canına kastedildi.

Bir değil, iki değil…

En son bir okul müdürü yabancı uyruklu bir öğrenci tarafından öldürüldü.

Canı sıkılan öğretmene saldırıyor!

Öğretmen şamar oğlanı…

İnanın öyle…

Olacak iş değil!

Toplumun en saygını olması gereken öğretmenin can güvenliği yok.

Şiddet mağduru…

Psikolojik şiddeti hiç demiyorum.

Psikolojik şiddet sıradanlaştı.

Daha doğrusu normalleşti.

Okul müdürüne söylerim, milli eğitime şikâyet ederim, CİMER’e yazarım…

Velinin hoşuna gitmeyen her şey şikâyet konusu…

Öğrencinin eve taşıdığı her sorun, öğretmenin hesap vermesi gereken bir mesele…

Öğretmeni ezmek en kolay…

Öğretmenin her yaptığı, ettiği suç…

Toplumda böyle bir algı var.

Bu algı azalacağı yerde her geçen gün daha da artıyor.

Kafası esen öğretmeni şikâyet ediyor.

Kafası esen öğretmene şiddet uyguluyor.

Yetmiyor, öğretmenin canını alıyor.

Öğretmenin yasal bir güvencesi yok.

Velinin gönlü olsun diye, öğretmene soruşturma açılıyor, ceza veriliyor, görevden el çektiriliyor…

Öğretmen hedef tahtasında…

Öğretmen derdini anlatabilirse anlatsın, kendini aklayabilirse aklasın…

Hangi birisi ile uğraşsın öğretmen…

Son yıllarda devlet tarafından hayata geçirilen şikâyet hatları, öğretmene saldırı hatlarına dönüşmüş durumda…

Şikâyet eden edene…

Yüzlerce, binlerce öğretmen şikâyeti…

İncir çekirdeğini doldurmaz nedenler…

Neymiş, öğretmen sınıfta sesini yükseltmiş, çocuğun psikolojisi bozulmuş…

Öğrenciye söz hakkı vermemiş veya az vermiş.

Çocuk düşük not almış.

Aklınıza gelen gelmeyen bir sürü saçma sapan şeyler…

Boşuna demiyorum, bizde her şey şeklen diye…

Öğretmene bir sürü övgülü sözler inanın hep hikâye…

Neden öğretmen korunmaz, itibarı artırılmaz?

Neden meslek kanunu düzenlenerek, öğretmenin özlük ve ekonomik hakları iyileştirilmez?

Neden?

Psikolojik, fiziksel, ekonomik şiddet…

Her gün şiddet haberleri…

Yazık ya!

1 Milyon 100 bin öğretmen korunaksız, şiddete karşı güvencesiz…

Canı sıkılan okula geliyor, öğretmeni darp ediyor.

Darp etmek yetmiyor, vuruyor, öldürüyor.

“Bir şey olamazsan Öğretmen ol!” lafı boşa değil…

Toplumda en itibarsız meslek öğretmenlik…

Değeri yok!

Her geçen günde değersizleştiriliyor.

Toplumun temel taşı eğitim ve bu işi yapanlar da öğretmenler…

Öğretmenlik kutsal olmanın da ötesinde…

Bir ülke meselesi…

O nedenle…

Biran önce Öğretmen Meslek Kanunu yeniden düzenlenmeli ve öğretmenin gerçek manada itibarı yükseltilmelidir.

Öğretmen, toplumda hak ettiği değeri görmelidir.

Öğretmen, “öğretmenim” diyebilmelidir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

error: Content is protected !!