DOLAR 41,0840 0,54%
EURO 48,0046 0,60%
ALTIN 4.506,670,58
BITCOIN 46114180.29388%
Trabzon
25°

PARÇALI AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

YILDIRIM GÜNDOĞDU

YILDIRIM GÜNDOĞDU

10 Ağustos 2025 Pazar

YANIYORUZ

YANIYORUZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ben de dâhil birçok insan, ne dersen de söylenen bir şeye inanmak şöyle dursun, söylenen şeyi dikkate bile almaz.

Bir kulağından girer diğer kulağından çıkar.

Umursamaz…

Bizim gibi ülkelerin en büyük sorunu da budur.

Söylenen şeyin, doğruluğunu kabul etmemiz için illa göreceğiz, yaşayacağız, şahit olacağız…

Yoksa yok!

Her şeyi görmek, yaşamak, bizzat şahit olmak zorunda mıyız?

İlla söylenen şeyler bir bir gerçekleşip kapımıza dayanmalı sonucu bizlere zarar vermeli, zararını çekmeli mi?

Bazı şeyleri de okuyarak, araştırarak, sorgulayarak, bilimsel verilere bakarak öğreniriz.

Küresel ısınma ile ilgili bilim insanları hep uyardılar, program yaptılar, kitaplar yazdılar, anlatılar.

Adeta yalvardılar.

Yapmayın, etmeyin, felaket geliyor, dediler.

Daha ne yapsınlar…

Her zaman olduğu gibi bilim insanlarının dedikleri hiç ciddiye alınmadı, bir kulaktan girdi bir kulaktan çıktı.

Ne küresel ısınmasıymış ne kuraklığıymış ne yangınıymış…

Öyle şey olur muymuş?

Uyduruyorlarmış…

ABD’nin, İsrail’in oyunuymuş.

İyi de resmen kavruluyoruz.

Sıcaklık bilmem kaç derece olmuş dışarıya çıkmayı bırakın, evde oturmak bile mümkün değil.

İnsan resmen boğuluyor.

Gece bile sıcağı kesmiyor.

Kaynar bir su kazanı resmen kafamızdan aşağıya dökülüyor.

Çaresizce sıcakların geçmesini bekliyoruz.

İnsanlar çoğunlukla kışın hastalanırlar; hastane, doktor ararlar.

Bu sıcaklar insanı hasta ediyor, yatak döşek yatırıyor; hastane, doktor aratıyor.

Serinlemek için klimayı sonuna kadar açıyor uykudayken pencereleri, kapıları aralıyoruz.

Keza içtiğimiz buz gibi sular bizi hasta ediyor.

İnsanın sıcaklardan bunalmasını, hasta olmasını geçtik.

Cayır cayır yanan ormanlara ne demelidir?

Ülkedeki ormanların dörtte biri kül oldu.

Ormanın içinde yaşayan hayvanları hiç sormayın.

Onların canları insanlara emanetti, korunamadı.

Her biri cehennem ateşinde kavruldular.

İnsanlar nasıl doğup büyüyüp ölüyorsa dünyada öyle.

Hiçbir şey aynı kalmaz!

Bunu anlamak çok mu zor?

Bir dünya kurulmuş, bu dünya ne eksilir ne fazlalaşır, üstünde yaşar gideriz.

Böyle bir şey yok, inanın.

Daha dün Rusya’da 8,8 şiddetinde deprem oldu.

Ölen sayısı sıfır…

Neden?

Rusya’da deprem gerçeği var.

Tarih boyunca deneyimlenmiş.

Ülke gereken önlemi almış sağlam binalar yapmış.

Bu kadar…

Savaşlar da öyle değil mi?

Bugün Suriye, Irak, İran gerçeği bize güçlü bir Türkiye’nin olmazsa olmaz olduğunu göstermiyor mu?

Komşumuzun kapısını çalan yarın bizim kapımızı çalmayacak mı?

Açık ve net!

Dünya denen gezegende yaşamın gerçekleri aleni ortada…

Bir gizem aramak boşuna…

Bugünün dünyasında teknoloji gelişmiş, yangınların önüne geçilmiş.

Keza depremler içinde aynı şey söylenebilir.

Ülkemizde de yangınların önüne geçilebilirdi.

Yeter ki önlem alınıp gereği yapılsın.

Kuraklık kapıda değil bi fiil yaşanmakta…

Yangınlarda küresel ısınmanın payı çok büyük…

En büyük sorun cehalet…

Bir an önce bilgili, bilinçli bir toplum olmanın yollarını aramalıyız.

Kendi tarlasına faydası olacak inancıyla anız yakan zihniyet, ülkeyi felakete götürüyor.

Önlemler alınmazsa daha büyük felaketler çok uzak değil.

Ne olur biraz bilgi, bilinç ve duyarlılık!

 

Devamını Oku

NELER OLUYOR HAYATTA

NELER OLUYOR HAYATTA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Neler oluyor hayatta

Bir de şu rüya gerçek olsa olsa

Sabah olup uyanınca

Her şey yine aynı kalsa”

Son zamanlarda kafayı belgesellere taktım, özelliklede ülkelerin geçmiş tarihlerine…

Aman Allah’ın kurulmalar, büyümeler, yıkılmalar…

Birileri başa geçiyor, güçlü ve kudretli ise devlet büyüyor da büyüyor.

Tabii ki her şeyde bir son olduğu gibi o kişinin de bir sonu oluyor.

Ölüyor ya da ondan daha güçlü, kudretli birisi karşısına çıkıyor.

Geriye dönüş, küçülme ve en sonunda yıkılma…

Dünya ülkelerinin kuruluş ve yıkılışı hep aynı…

Türklerde de kurulmuş yıkılmış 16 tane devlet vardır.

Büyük Hun, Batı Hun, Avrupa Hun, Ak Hun, Göktürk, Avar, Hazar, Uygur, Karahan, Gazneliler, Büyük Selçuklu, Harezmşahlar, Altınordu, Timur, Babür ve Osmanlı…

Türkiye…

Neler oluyor hayatta…

Kafamızı kaldırıp baktığımızda, dünyada o kadar çok şey olmuş kiçoğu olmuş olaylara vakıf bile değiliz.

Dünya tarihle dolu…

Güçlüler, zayıflar dünyası…

Kurulanlar, yıkılanlar…

Yerle bir edilen medeniyetler…

Aynı kalan bir şey yok.

Aynı kaldığını sadece düşünüyoruz.

Var sayıyoruz.

Hiçbir şey de inanın rüya falan değil…

Dünün doğruları, bugünün yanlışları…

Dünün muktedirleri bugün mağdurları…

Hani düşmez kalkmaz bir Allah, denir ya, gerçekten de doğru bir sözdür.

Düşmeyen kalkmayan bir Allah’tır.

İdrak edebilene…

Tüm bilgiler tarihte gizlidir.

“Dünya tarihini bilmeden, gerçek tarih bilinemez.”özlü bir söz söylemiştim.

Günümüzdeki yaşananları anlayabilmeniz için geçmiş tarihi bilmeniz gerekir.

Her bir şey geçmiş tarihte vardır.

Yaşanmış ve geçmiştir.

Yaşam sırlarla dolu değildir.

Tarihi bilirsek, yaşamı da biliriz.

“Tarih tekerrürden ibarettir.” sözünün doğruluğu yine tarihin içinde gizlidir.

Neler oluyor hayatta!

Sabah uyandığımızda her şey aynı kalsa, sözü hikayedir.

Hiçbir şey aynı kalmaz.

Değişmeyen tek şey değişimdir.

Dünya hızla dönüyor, sürekli bir şeyler değişip, dönüşüyor.

Değişimin hızına bizim gibi ülkelerde yetişmek çok zor…

Bir saat bile yerine göre çok uzun bir süre…

Dünün gündemi ile bugünün; bugünün gündemi ile yarının gündemi çok farklı olacaktır.

Dünün söylemi ile, bugünün söylemi; bugünün söylemi ile yarının söylemi birbirini tutmayacaktır.

Bu gerçeklik kendi içinde yanlış değildir.

Tarihte bunun birçok örneği vardır.

Merak edenler okusun öğrensin…

Haklısınız…

İnsan değişimi, dönüşümü hiç sevmez.

Daha doğrusu tüm canlılar aynı şekildedir.

Alışkanlıklar canlı varlığı teslim alır, aynı zamanda canlı varlığa güvenli, konforlu bir yaşam sunar.

Bilinmezlik canlılar için tehlike arz eder.

Ekonomi bile bilinmezi sevmez, yatırımda güven ister.

Cansız varlıklar içinde durum çok farklı değildir.

Bir madde yararlı bir şey olacaksa birçok işlem geçirmek zorundadır.

İster canlı ister cansız varlıklar olsun, hiç fark etmez.

İstese de istemese de değişir dönüşür.

Bu diyalektiğin temel kuralıdır.

Neler oluyor hayatta…

Çok şey!

Hem de çok…

Devamını Oku

SAVAŞA KARŞI BARIŞ

SAVAŞA KARŞI BARIŞ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Savaşa karşı barış diyeceğiz, başka da bir yolu, yöntemi yok!

Savaşa karşı savaş mı diyeceğiz?

“İyi de hep kötüler kazanıyor, buna ne diyeceksiniz?” serzenişleri duyar gibiyim.

En büyük sorunda burada!

“Savaşa karşı barış” diyoruz ama insanlık kendini hep savaşa göre konumlandırmış.

Barış diyenlerin sayısı inanın çok az hatta yeryüzünde bir avuç kadar diyebiliriz.

Güçlü bir barış çağrısı inanın her zaman karşılık bulur.

Neyse mesele çok derin ve çok eski bir hesaplaşma…

Esad döneminde Suriye iç savaşı ile başladı bu süreç…

Başarılı da olunamadı.

Rusya ve İran’ın verdiği destekle Esad Rejimi ayakta kaldı.

Rusya’nın, Ukrayna ile savaşa girmesi Ortadoğu’da dengeleri değiştirdi.

Bunu fırsat bilen İsrail, Suriye’de rejimi değiştirdi.

Ortadoğu’nun hakimi benim dedi.

Artık yeni hamleler yapabilirdi.

İran uzun süredir beklendik bir hedefti.

Hatırlarsanız, İran’a, İsrail saldırı gerçekleştirmiş, İran cumhurbaşkanını, Hamas liderini nokta atışı ile vurmuştu.

İran, ciddi bir tepki de verememişti.

Lübnan’a yapılan saldırılar, İran’ın tepki vermemesi ve beraberindeki diğer gelişmeler İsrail’in gücünü belirlemede etkili oldu.

Kısacası, görünen köy kılavuz istemedi.

Ortadoğu’nun tek hâkiminin İsrail olduğu aleni şekilde ortaya çıktı.

İran, Ortadoğu’da bir güçtü, kısa sürede yok edilmeliydi.

İran, güçsüzdü.

Tüm tespitler bu yöndeydi.

Hiç vakit kaybedilmeden saldırılmalıydı.

Ve İran’a bombalar yağdı.

Savaş başladı.

İşin bölgeler, ülkeler arası gelişmeleri böyle…

Bir de işin insani kısmı var.

Savaşlarda insanlar ölüyor hem de suçsuz ve günahsız yere…

Evlerini yurtlarını kaybediyor.

İnsanlık her ölümde daha fazla ölüyor.

Gözlemlediğim ve hissettiğim şu ki: Son yıllarda toplumların ahlaksal çöküşü ile birlikte savaşların da arttığıdır.

İnsanlık, toplumsal meselelere ne kadar duyarlı davranıyorsa savaşlar da o oranda az oluyor.

İçten içe savaş olsun diyor, düşmanlaştırdığımız ülkelerin yenilmesini istiyoruz.

Yukarı da bahsettiğim gibi barışçıl söylemler söylüyor, savaşçıl davranışlar sergiliyoruz.

Barışa sahip çıkmakta yetersiz kalıyoruz.

Savaşa karşı olmak, sosyal medyada savaş karşıtı paylaşım yapmak değildir.

Suçsuz insanların öldürülmesini yüreğinde hissederek, canı pahasına mücadele etmek barışı savunmaktır.

Emperyalistler dışında…

Savaşın kazananı olmaz, olmamıştır da…

Savaşlar yıkım getirir…

Nerede olursak olalım, gücümüz ne olursa olsun hiç fark etmez; savaşa karşı olmak insanlık görevidir.

Atatürk’ün şu sözü savaşı net bir şekilde tanımlar: “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.”

“Savaş bir cinayettir.”

İnsanlık savaşlara sessiz kaldıkça bu cinayetler artacaktır.

Savaşa karşı barış!

Her daim…

Devamını Oku

İLETİŞİM

İLETİŞİM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Diğer ülkeleri bilemem ama ülkemizin en büyük sorunlarından birisi de iletişim sorunudur.

Bu sorun ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır.

Kimse kimseyi dinlemiyor, dinlemek de istemiyor.

Kapalı bir toplum durumu söz konusu…

Bir seminere katıldım.

Katıldığım seminer herkesin konuşmasına, fikir beyan etmesine müsaitti…

Konu da güncel olunca konuşmak isteyen birkaç kişi çıktı, söz hakkı verildi.

Gayet makul, sorunları dile getirici cinsten bir konuşma oldu.

Sistemsel eleştiri…

Durum tespit edici…

Konuşanların konuşmaları, diğer seminer katılımcılarını o kadar rahatsız etti ki, söz isteyip fikir beyan edenleri, fikir beyan ettiklerine pişman ettiler.

İşin garip yanı; seminere katılanların yüzde doksan dokuzu aynı düşünen insanlardan oluşmaktaydı.

Aynı fikir, aynı düşünce yapısı da olsa küçük bir farklılık bir kavga tahammülsüzlüğünü beraberinde getirebiliyor.

Bu arada şunu da belirtmekte yarar var: Seminere katılanların tamamı üniversite mezunu, birçoğu da ikinci, üçüncü üniversiteyi bitirmiş, yüksek lisans yapmış kişilerden oluşmaktaydı.

Kimsenin kimseye tahammüllü yok!

Kimse kimseyi dinlemek istemiyor!

Bu kadar net!

Eskiler hatırlarlar; TRT ekranlarında o dönemin siyasetçileri yuvarlak masa etrafında oturur ülkenin sorunlarını, çözüm yolları ile ilgili düşüncelerini anlatır, tatlı bir havada güzel bir program yaparlardı.

Kırıcı, incitici davranış sergilemezlerdi.

Kaba davranmazlardı.

Saygıda, nezakette asla kusur etmezlerdi.

Devlet protokolü ne ise onu uygularlardı.

Sokaktaki insanlar da iletişime açıktılar.

Konuşur, tartışırlardı.

Dinlerlerdi birbirlerini.

Aradan geçen on yıllar bizi daha mı gerilere sürükledi.

Sürüklediği kesin…

Tahammülümüz kalmadı.

Dinlemek, duymak istemiyoruz.

İyi de hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar.

Konuşmak, dinlenmek zorundayız.

Anlaşmak zorunda değiliz.

Aynı fikirde olmak hiç değiliz.

Bu insanın doğasına aykırıdır.

Farkımız, farklılığımızdan gelir.

Herkes kendi dünyasında yaşayıp gidiyor. Kimseyi duymak, görmek istemiyor.

Hiç konuşmayan bir toplum…

Konuşunca da birbirini kıran, inciten, fiziksel olarak birbirine zarar veren bir toplum oluyoruz.

Neden yan baktınlar…

Kadın cinayetleri…

Eş kavgaları…

Yol vermedin hesaplaşmaları…

Ötekileştirmeler…

Din, dil, ırk ayrımları ve şiddet eğilimleri…

Ve içinde yaşanılmaz bir toplum…

İletişim!

Kimin kimden ne farkı var, aynı topraklarda doğmuş, büyümüş; aynı kültürle yoğrulmuş insanlarız. Yok birbirimizden farkımız.

İnsanız, insan!

İletişim kuracak; birbirimize saygı duyacağız.

Devamını Oku

RUS EDEBİYATI

RUS EDEBİYATI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ne diyeyim edebiyatın tarihini sanki Ruslar yazmış gibi; neyi okur, neyi beğenirsem altından Rus yazarlar çıkıyor.

Takdir etmemek elde değil.

Helal olsun adamlara…

Nasıl bir anlatıdır, nasıl bir olay görgüsüdür, nasıl bir mesaj vermedir; yok böyle bir şey…

Rus yazarlar; eserlerinde, işin sosyolojisini, felsefesini, psikolojisini, matematiğini çok iyi oturtmuşlar; toplumsal temelde her şeyi çok iyi analiz etmişler, olayları çok iyi anlatmışlar.

Çok profesyoneller…

Tolstoy’un “Diriliş” eseri…

O tarihlerde işçi sınıfı, bürokrasi, burjuva, toprak ağaları, derebeyler, köylüler…

Toplumu oluşturan sınıfların karakteristik özellikleri…

Kişilerin bulundukları yere göre gösterdiği tepkiler…

Davranışlar…

Verilmek istenen mesajlar ve ana fikir…

Hayatın gerçekliği…

Olması gereken son…

Anna Karenina’da evli bir kadının yaşadığı aşk…

Aşkın gözleri kör etmesi…

Ödenen bedeller…

Kahramanlar…

Ve acı son…

Dostoyevski’nin, Tostoy’dan kalır yanı olmadığını Suç ve Ceza’yı yazarak göstermiş olması; iki yazarın da sevenlerini karşı karşıya getirmesi boşa değilmiş.

Bir kalite var ve bu kalite standartların çok üstünde…

Nikolay Vasilviç Gogol,un “Ölü Canlar” kitabının konusu bile sıra dışı…

Yazarın nasıl aklına geliyor böyle bir konu?

Düşününce insan şaşıyor.

Maksim Gorki’nin “Ana” romanı çağına göre çok üst düzeydedir.

İşlenen konunun, 1900’lü Rusya’sında yaşanıyor olması, Rusya’nın sınıfsal bilinç noktasında ne kadar önde olduğunu gözler önüne sermektedir.

Feda ruhu, kahramanlık…

Mücadele…

Ana…

Suç ve Ceza!

İki kadını öldüren yoksul bir hukuk öğrencisinin işlediği cinayetten pişmanlık duyması ve suçunu itiraf etmesi…

İç dünyasında yaşadıkları…

Polisin cinayeti aydınlatma çabası…

Polis ve kahraman…

Suçun itirafı…

Ceza…

Suçun ve cezanın sorgulanması, bunun bir olay üzerinde anlatılması; toplumda yaşanabilecek olaylardan birisini konu edinmiş olması…

Verilmek istenen mesaj, bir örümceğin ağını en ince ayrıntısına kadar örmesi ve okuyucuya yaşamsal ve hukuk temelinde dersler verilmesi…

Her daim sınıfsal temelli bakış açısını temellendirerek, dersler çıkartılması…

Kurguda hata yok.

Mesajlar çok güzel…

Vicdan…

Suçun birçok niteliği olduğu bir gerçek, bunu kabul etmek gerek…

Neyin suç neyin suç olmadığı; vicdan denen olgunun her daim devrede olması…

Suçlunun, olay mahaline mutlaka uğrayacağı gerçeğinden, suçlunun bulunması tarihi bir ders niteliğinde…

Kişinin ve toplumun değer yargıları, suçu aynı zamanda cezayı belirlemekte…

Her suçun bir cezası vardır.

Yasalar, kanunlar…

Rus edebiyatında daha bir sürü kaliteli yazar ve eserleri mevcut. Her birisi okunmaya, üzerinde konuşulmaya değer.

İyi ki Rus yazarlar, bizler için okunabilecek bu eserleri bırakmışlar.

Darısı Türk yazarlara…

Devamını Oku
error: Content is protected !!