DOLAR 34,1778 0.16%
EURO 37,1047 0.03%
ALTIN 2.977,410,80
BITCOIN 2308287-0.11082%
Trabzon
14°

HAFİF YAĞMUR

12:54

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

YILDIRIM GÜNDOĞDU

YILDIRIM GÜNDOĞDU

09 Ekim 2024 Çarşamba

EDEBİYAT VE TARİH

EDEBİYAT VE TARİH
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bize hep şunu dediler: Edebiyat ile tarih arasındaki bağ sadece dilden ibarettir.

Tarihin metin olarak yazılımı…

Bu kadar!

Bize göre tarih, savaşlar demekti.

Tarihi kahramanlar yazardı.

Kazananların tarihi…

Kaybedenler ya da savaşanlar…

Halk…

Bakın tarih kitaplarına hep savaşlardan söz edilir.

Sanki tarih savaştır.

Yenenler ve yenilenler…

Krallar, padişahlar, hanlar, hakanlar…

İyi de tarih, kazananların, kaybedenlerin tarihi değil ki.

Tarih, tüm yaşanmışlıklar demektir.

Halk demektir.

Tarih; toplumların, ekonomik, psikolojik, sosyolojik, siyasi, kültürel, ahlaki yaşanmışlıklarıdır; insanlık tarihinin serüvenidir.

Tarih, kesinlikle bir savaştan ibaret değildir. Tarihi bir savaşa indirgemek, insanlık tarihine yapılmış en büyük haksızlıktır.

O nedenle tarih, tarih kitaplarından öğrenilemez.

Öğrenilmemiştir de…

Tarih, edebi eserlerden öğrenilir!

Bir İngiliz’i, bir Fransız’ı, bir İranlıyı, bir İsrailliyi öğrenebileceğin tek yer edebi eserlerdir.

Son zamanlarda okuduğum kitaplardan öğrendiğim tek gerçek şu ki; aslında gerçek tarih romanlarda, öykülerde gizli.

Bugün geçmişi merak ediyoruz.

Geçmişten, gelecek çıkarımları yapıyoruz.

“Geçmişini bilmeyen, geleceğini sağlıklı kuramaz.” diyoruz.

1071 yılı size neyi ifade ediyor?

Türklerin, Bizanslılarla savaşını yani Malazgirt Savaşını…

Malazgirt Savaşı, Türklerin Anadolu’ya girişi, demektir.

Kazanan Selçuklulardır!

O kadar…

1071 yılında Anadolu’da yaşam nasıldı?

Ekonomisi, geliri, gideri; insan ilişkileri, toplumsal yaşamı…

Bilgi yok!

Ne var?

Anadolu’ya Türklerin girişi; Anadolu’yu Türklerin yurt edinişi var.

Emile Zola’nın “Germinal” romanından 1800’lü yıllardaki Fransa halkının tüm yaşam öyküsünü öğrenmek…

Hem de tüm çıplaklığı ile…

“Germinal” bir roman değil bir tarih…

Kazanan, kaybeden; ölen, kalan yok.

Halk var!

Toplum var!

Ülke var!

Tolstoy’un “Diriliş” romanı, Rusların fotoğrafını çekmekte, o dönemin Rusya’sını tüm ayrıntısı ile bize anlatmakta…

Charles Dickens, “İki Şehrin Hikâyesi” ile Fransa ile ve İngiltere’nin karşılaştırmasını yaparak; iki ülkenin toplumsal, siyasal, sosyolojik yapısını gözler önüne serer.

Kıyas yapar.

“Bin Muhteşem Güneş” kitabının yazarı Khaled Hosseini bize Afganistan’ı öğretir.

ABD’yi, Jack London’unun romanlarından öğreniriz.

Her roman, öykü bir tarihtir.

Tarih, edebiyattan öğrenilir.

Edebiyat, aynı zamanda tarih demektir.

Devamını Oku

NARİN

NARİN
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkede her zaman anormal şeyler oluyor, olmaya da devam ediyor. Değişen bir şey yok!

Tek fark ülkede anormal olan şeyler artık, örtbas edilemiyor. Anormal şeyler sosyal medyaya düşüyor, sosyal medya baskısı ile medyaya haber oluyor.

Son zamanlarda sosyal medya etkili bir sivil toplum kuruluşu görevi görüyor.

Ülkede sürekli bir kadın cinayeti ya da çocuk cinayeti…

Kadın, çocuk tacizi, istismarı, tecavüzü…

Toplumsal cinnet geçirme meselesini, yol vermedin, bana yan baktın kavgalarını, mafya hesaplaşmalarını, aşiret çatışmalarını, aile içi şiddeti, her gün yaşanan haksızlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği hiç mevzubahis etmiyorum.

Televizyonu açtığın an başlıyor anormal haberler…

Haberlere baktıkça ruhun daralıyor, için sızlıyor, vicdanın acıyor.

“Yeter artık!” diyerek isyan etmek istiyorsun.

Kadın, kadın, kadın…

Çocuk, çocuk, çocuk…

Bebek, bebek, bebek…

Kadınların, çocukların, bebeklerin çektiği nedir?

Ölümler, öldürmeler, cinayetler…

Beşikte başlıyor, her türlü kötülük…

Kadınlar!

Yok mu bu ülkede güzel bir şey?

Duymayacak mıyız?

Ülkemiz eğitimde dünya lideri…

Ülkemiz teknolojide Avrupa’yı geçti.

Ülkemiz bilimde çok yol kat etti.

Ülkemizde sanat, edebiyat, müzik şaha kalktı.

Olimpiyatlarda en çok altın madalyayı biz kazandık.

İnsan hakları, kadın hakları konusunda dünyaya ders verdik.

Nerede?

Aklınıza gelebilecek tüm olumsuz haberler bizde…

İşin kötüsü böyle haberlere de alıştık.

Ülkede kazara iyi bir şey olsa şaşırıyoruz, “Bu haberde bir yanlışlık var.” diyoruz.

Narin, Narin, Narin…

Küçük kız, ana kuzusu, dünyalar tatlısı…

Bu kaçıncı?

Nasıl bir vicdan…

Nasıl bir ahlak…

Nasıl bir inanç…

Topyekûn bir kötülük…

Ah güzel ülkem bu kötülüğün nasıl bir izahı olabilir?

Ülke olarak tüm inanç ve ahlak değerlerimizin yok olduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Diplerdeyiz…

Çocuklar yaşasınlar!

Nazım Hikmet:

“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında

dünyayı çocuklara verelim

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

dünyayı çocuklara verelim

bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

çocuklar dünyayı alacak elimizden

ölümsüz ağaçlar dikecekler.” demiş.

Çocuklara dünyayı vermeyi bırakın, çocuklara dünyayı zindan ediyoruz.

“Çocuk!” diyoruz çocuk…

Çocuklarımızı koruyamıyoruz, güvenli bir ortamda yaşatamıyoruz.

Her gün bir yerlerde çocuklar ya istismara uğruyor ya da katlediliyor.

Narin, halk tarafından sahiplenilip medyaya taşınmasaydı, bu kadar konuşulmayacak, meselenin üzerine bu kadar gidilmeyecek, suçlular ortaya çıkartılıp, tutuklanıp cezaevlerine tıkılmayacaktı.

Haftalardır Narin konuşuluyor ülkede.

Narin cinayeti derinlemesine irdeleniyor.

Ülke Narin’i konuşuyor.

Narinler ölmesin!

Umarım bu son olur.

Narin’in tabutunun üzerine gelinlik konulması ne acı değil mi?

O yaşta bir çocuğa okul önlüğü yakışırdı.

Zihniyet!

Çocukların sağlıklı ve güvenli ortamlarda büyüyememesinin nedeni ortada…

Bu zihniyet değişmedikçe sanırım Narin son olmayacak!

Devamını Oku

KARADENİZ KARADENİZ

KARADENİZ KARADENİZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yedi coğrafi bölgemizden biridir Karadeniz. Bir uçtan bir ucadır. Ülkenin doğu sınırından, batı sınırına kadar…

Bir tarafta deniz, bir tarafta sıradağlar…

Görkemlidir dağlar.

Dik yamaçlar…

Karadeniz; ormanları, akarsuları, insanıyla bir başka…

Görmek, içinde yaşamak bambaşka…

Okul sıralarında, Karadeniz’i ders olarak işledik.

Çay, fındık, ceviz, dedik.

En önemlisi de orman!

Ormanın bin türlü ürünü…

Biraz geç oldu ama Karadeniz’e gittim, gördüm; temiz havasını soludum, buz gibi suyundan içtim.

Yaylasına çıktım, gölünü seyrettim, kıvrım kıvrım yollarından Karadeniz’e baktım.

Hayran kaldım her şeyine.

Neye çok sevindim biliyor musunuz?

Bilin isterim.

Karadeniz halkı ormanına, doğasına sahip çıkmış; korumuş doğa güzelliklerini.

Neye çok üzüldüm biliyor musunuz?

Bilmenizi isterim.

Ülkenin doğusundan batısına kadar uzanan ormanlarımıza karşın ülkemizde kâğıt fabrikası yok.

Kâğıdı ithal ediyoruz.

Çay, fındık ve orman…

Karadeniz’le özdeş…

Birde horon…

Güleç yüzlü insanlar…

Ve Batum!

16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile TBMM Hükümeti, Batum’un Gürcistan’a ait olduğunu, bazı şartlar altında kabul etmiş ve daha sonra yapılan Kars Antlaşması ile bu durum teyit edilmiştir.

Batum da!

Gökdelenler inşa edilmiş; Batum, Avrupa standartlarında bir kent statüsüne getirilmiş.

Tarihi eserleri, şehrin planı, plaj…

Büyülüyor insanı!

Neden Batum gibi bir şehir Akdeniz’de yok diyesi geliyor insanın.

Doğa, deniz, güneş, plaj bizde…

Yokluk, sefalet yine bizde…

Ah güzel ülkem…

Ah güzel ülkem…

İnsan gerçekten üzülüyor.

Bir Batum’u Antalya’da, Muğla’da, İzmir’de, Mersin’de hatta Hatay’da var edememek ne acı.

Neyse Karadeniz’in dağları, doğası, akar suları altın değerinde.

Karadeniz’i korumak, doğasına, ormanına sahip çıkmak elzem.

Aklıma ne geldi biliyor musunuz?

Her ihtimale karşı bir şeyler yedeklenir ya!

Karadeniz, kötü günlerde bizi doyuracak bir bölge.

Su deposu…

Oksijen deposu…

Ağaç deposu…

Küresel ısınma denilen tehlike kapıya geldi dayandı.

Nasıl Rusya’da daha kuzeyler yaşam alanı oldu ise Karadeniz de bizim için bir yaşam olanı olacak ileride.

Güney, kuzeye akın edecek.

Trabzon’da Atatürk Köşkü!

Görülmeye değer…

Sümela Manastırı tarihten bir kesit.

Uzungöl, cennetten bir köşe…

Tepeden bakınca bir şaheser.

Samsun, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını başlatma yeri.

Bandırma Vapuru!

Duyuların doruk noktası…

Karadeniz bir bölgeyi gezme değil, Türkiye tarihinin yazılış hikayesini öğrenme yeri.

Sinop’ta bir Sebahattin Ali!

Amasya, şehzadeler şehri!

Çorum, Karadeniz’in bitiş yeri!

 

Devamını Oku

İSRAİL VE ORTADOĞU

İSRAİL VE ORTADOĞU
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İran Cumhurbaşkanı seçilen Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için gelen Hamas lideri İsmail Haniye’nin İsrail’in düzenlediği saldırı sonrası ölmesi, Ortadoğu’daki suları iyice ısındırdı.

Bombalar, ölümler, çocuklar…

İntikam yeminleri…

İsrail, resmen İran’a meydan okudu.

Aslında İsrail, İran’a değil tüm Ortadoğu ülkelerine meydan okudu.

Kafamı bozma, kafamı bozarsan sana neler yaparım…

Bu kanlı eylemin mesajı buydu.

İran, İsrail’e nasıl bir karşılık verecek bunu zaman gösterecek…

İsrail, Filistin savaşı nereye evrilir bilinmez ama tüm dünya İsrail zulmüne karşı tek yumruk olmuş durumda…

Filistin’de bir savaş değil bir soykırım yaşanmakta…

Bunun başka bir izahatı yok.

Her yerde İsrail protestoları…

Bu protestolara İsrail kulaklarını kapatmış, duymuyor.

İsrail, tüm Ortadoğu’ya meydan okumakta…

İran’ın kaçıncı büyük kaybı…

İsmail Haniye’nin öldürülmesinin bir sürü mesajı var.

İstediğim kişiyi, istediğim yerde yok ederim, bu İran toprakları da olsa hiç fark etmez; her ülke ayağını denk alsın…

İsrail’in mesajı açık ve net…

Ortadoğu’nun tek gücü benim!

Şimdiye kadar Ortadoğu’da bir güç dengesinin olduğunu düşünürdüm. İran’ın oyun kurucu olduğunu sanırdım.

Esad’ı koruyan gücün İran olduğuna inanmıştım.

Bu düşüncem tuzla buz oldu.

Öyle değilmiş.

İsrail’in, Hamas lideri İsmail Haniye’yi İran topraklarında öldürmesi net bir gerçeği ortaya koydu.

İsrail, Ortadoğu’da rakipsiz…

Ortadoğu’nun tek hâkimi…

Derdim, İsrail’in ne kadar güçlü olduğunu anlatmak falan değil.

İsrail gibi küçük bir ülkenin bu kadar büyük gücü ulaşmasının nedenleri…

Neden İsrail bu kadar güçlü?

İran’ın başkenti Tahran’da Devrim Muhafızları’na ait askeri lojmanda bulunan Hamas lideri İsmail Haniye, İsrail Ordusunun saldırısı sonucu öldürülüyor.

Denilene göre nokta atışı…

Bu bir teknolojik üstünlük…

Bugün dünyanın en korunaklı ülkesi İsrail…

Bu kadar güçlü olmasını neye borçlu?

Kafamı yorduğum kısım benim burası.

Bu teknolojik gücü neden Ortadoğu ülkeleri çok uzak?

Müslümanların kaderimi hep yenilmek!

Kuru gürültü ile ne İsrail geri adım atar ne yenilir ne de Ortadoğu ülkeleri geri kalmışlıktan kurtulur.

Şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanıdır.

Bilim, fen, teknoloji diyorum.

Kaç mil ötesinden füze ile nokta atışı yapıyor ve düşmanının komik odasını darmaduman ediyor.

Bu nasıl bir güçtür?

Ok, kılıç, kalkan çok gerilerde kaldı.

Atlılar, piyadeler devri bitti.

Her dönemin kendine has gücü var artık.

Yaşanan dönemin koşullarına uyum gösterme zamanıdır.

Savaşlar böyle kazanılır.

Doğrudur Osmanlı üç kıtaya hâkim olmuştur.

Atalarımız yedi düvele dur demiş, her birini hizaya getirmiştir.

Şimdi, o dönemler çok gerilerde kaldı.

Dünya değişti, yeni güç dengeleri oluştu.

Güçlüler zayıf, zayıflar güçlü oldu.

İsrail ürünlerini boykot etmekle savaş kazanılmaz; savaş İsrail’in savaş teknolojisinden üstün bir teknolojiye sahip olmakla kazanılır.

Bu böyle biline!

Gerisi hikâye!

 

 

 

Devamını Oku

SU BİTTİ

SU BİTTİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya hakkında ne düşünüyorsunuz bilemem ama bana göre dünyanın sonu geldi.

Yeraltı ve yerüstü kaynakları tükendi.

İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılamada zorda…

Temiz ve içilebilir suya erişim temel yaşam hakkı olmasına rağmen Dünyada 785 milyon insan yani her insandan 9’da 1’i suya erişemiyor.

2050′ ye kadar her 4 kişiden en az 1’i, tatlı su kıtlığından veya buna bağlı kronik hastalıklardan etkilenen bir ülkede yaşayacak.

Yıllardır Afrika Kıtası’nda insanlar açlıktan ve susuzluktan ölmekte…

Kanıksadığımız bu ölümler bizim de kapımızı çalmaya hazırlanıyor.

Gıda ve su altın değerinde…

Ukrayna- Rusya savaşı tahıl ürünlerinin değerini on kez artırdı.

Sulanmayan, verimsiz, ekilmeyen araziler ülke gündeminde…

Pandemi döneminde, dönemin başbakanı, gıda krizine çözüm için:“Her yeri ekin” demişti.

Bugün ülkemiz su sorunu ile karşı karşıya…

Barajlarda su kalmadı.

Evlere su verilemiyor.

Teknoloji vasıtası ile su sorununa çözüm bulunmaya çalışılıyor.

Ne tür çareler aranırsa aransın kısa vadede suya çözüm bulmak kolay değil.

Her şeyin bir sonu olduğu gibi dünyada var olan kaynakların da bir sonu var.

Hiçbir şey sonsuz değil…

Sınırsız da…

Bir zaman gelecek dünyada var olan bütün yeraltı, yerüstü kaynakları bitecek…

Canlılar bir bir yok olacak…

Su deyip geçmeyin!

Su hayattır!

Yerkürede yaşam varsa temeli tabii ki sudur; su olmasaydı yaşam olmazdı.

Milyonlarca yıldız ve gezegende…

Neden yaşam yok?

Su yok da ondan!

İnsanların yerleştikleri yerlere bir bakın!

Dağ, ova, vadi, yamaç; köy, kasaba, şehir, metropol…

Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke…

Suyun değil, denizin içinde yarımada…

Üstünde bir sürü nehir, ırmak, dere, çay…

İyi de Türkiye’de su yok!

İlginç değil mi?

Birçok yerleşim yerinde su kesintileri haziranda başladı.

Tatlı su çeşmelerinden temin ediyor vatandaş su ihtiyacını.

Daha bunun ağustosu, ekimi, kasımı var.

Kışın yağış az olur, kar yağmazsa siz o zaman görün su sıkıntısını…

Dünya yaşlanıyor…

Doğrudur…

Yeraltı ve yerüstü kaynaklar hızla tükeniyor.

Çanlar biz insanlar için çalıyor…

Bu işin şakası yok!

Düne kadar gelecekte yaşanabilecek sıkıntılardan bahsedip, insanlar bilinçlendirilmeye çalışırken; bugün bahsedilen sıkıntılar birebir yaşanmakta…

Kapımız çalınmış durumda, uzaktaki kurt misali…

Su, ülkenin en büyük sorunu…

Afrika kıtasında yaşayan insanların susuzluktan ölmesi bize çok uzak gelirken; bugün insanların içme suyuna ulaşma sorunu Afrika kıtasını hatırlatmakta…

Birincil sorun su…

Kimse kusura bakmasın okyanus da deniz de bitti.

Sular çekildi…

İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlı…

Gelin sınırsız ihtiyaçlarımıza bir sınır getirelim.

Suyu israf etmeyelim, bilinçli tüketelim.

Su bitti!

 

Devamını Oku
error: Content is protected !!